Sağlık Kütüphanesi
Sağlığınızla ilgili merak ettiğiniz soruların yanıtlarını ve sağlıklı bir yaşam için atılması gereken adımları kütüphanemizde bulabilirsiniz.
Hastalıklar
Bel Fıtığı
<p>Omurilik, omurgamız boyunca ilerleyerek her seviyede sağ ve soldan birer dal olarak çıkan sinir kökleri ile organlarımızın çalışmasını ve kaslarımızın hareketlerini sağlamaktadır. Bel seviyesinden ayrılan dallar bacakların hareket ve duyusunu idare etmektedir. Anatomik olarak yumuşak ve oldukça hassas yapıda olan sinirlerimiz omurgamız tarafından korunmaktadır. Omurgamız omuriliğin korunmasının yanında hareket sistemimizin de en önemli parçasıdır. Yani aynı zamanda hem en değerli hücrelerimizin korunmasından hem de hareketliliğin sağlanmasından sorumludur. Bu hareketlilik omurlar arasında bulunan ve yastık görevi yapan kıkırdak dokular ve eklemlerle sağlanır. Omurgalar arasındaki kıkırdak dokular yaş, kişisel alışkanlıklar, meslek gibi sebeplerle zaman içerisinde yıpranıp parçalanabilir. Bu kıkırdak dokunun omurilik ve sinir köklerine doğru taşması veya kopup yer değiştirerek sinir köklerini sıkıştırması bel fıtığı olarak adlandırılmaktadır. Çoğunlukla orta yaş grubundakiler olmak üzere her yaş, cins ve kiloda ortaya çıkabilir. Meslek ile ilişkili olarak yorucu geçen iş saatleri, hareketsiz yaşam biçimi, hızlı kilo alma, ani yapılan hareketler, haddinden fazla ağırlık kaldırma gibi faktörler bel fıtığı vakalarında artışa neden olur. Bel ağrısı çok yaygın bir durum olmasına rağmen tüm bel ağrılarının neredeyse sadece %1’i bel fıtıklarına bağlıdır. Bunlarında büyük bir kısmı ilaçlar ve istirahat ile tedavi edilebilir. Memorial Sağlık Grubu Beyin, Sinir, Omurilik ve Omurga Cerrahisi Uzmanları, bel fıtığının belirtileri, nedenleri ve tedavisi hakkında bilgi verdi.</p> <h2><strong>Bel fıtığı nedir? </strong></h2> <p>Bel fıtığı yani lomber disk hernisi omurları arasındaki kıkırdak dokunun yıpranma veya zorlanma nedeniyle yırtılması, kopması ve yerinden kayması sonrasında sinir köklerinin sıkışması ile oluşur. Diskler, amortisör görevi gören, omurganın hareket yeteneğini sağlayan, omurlar arasındaki lastik sertliğindeki dokudur. Normalde sinir köklerine yakın yerleşmiş olan disk, olduğu yerden taşarak veya koparak sinir köklerine baskı yapabilir. Bu durumda bel ağrısı, bacak ağrısı, bacak uyuşması, kas güçsüzlüğü ortaya çıkabilir. Bel fıtıklarının büyük çoğunluğu bel omurlarının son ikisinde meydana gelmektedir.</p> <h2><strong>Bel fıtığı için risk faktörleri nelerdir?</strong></h2> <p>Bel fıtığı riskini artırabilecek faktörler şunları kapsar:</p> <p><strong>Aşırı kilo- obezite: </strong>Hızlı kilo alma, fazla vücut ağırlığı, belinizin alt kısmındaki disklerde baskıya neden olur. Gövdemizin ağırlığını omurga taşır. Aşırı baskıya maruz kalma disklerde deformasyona ve normal şeklin bozulmasına sebep olur. Hamilelik, çok hızlı kilo alma gibi durumlar da vücudun ağırlık merkezinin öne doğru yer değiştirmesi omurgaya ek yük binmesine neden olur.</p> <p><strong>Hareketsizlik: </strong>Vücudun yükünü taşıyan sadece omurga değildir. Omurga boyunca uzanan tüm boyun, sırt, bel kasları ve karın kaslarının da fonksiyonu çok önemlidir. Hareketsiz yaşam, düzenli egzersiz yapmama gibi durumlarda kaslarda zayıflama olur ve biyomekanik denge bozulur. Omurganın üzerine ek yük biner. Bu yük, disklerin üzerine binerek fıtıklaşmalarına neden olabilir.</p> <p><strong>Meslek</strong>: Ağır fiziksel aktivite ve ağırlık kaldırma gerektiren, fiziksel güce dayalı meslekler ile uzun süre ayakta durma veya oturma gerektiren mesleklerde çalışan kişilerde bel fıtığı riski daha yüksektir. (Masa başında çalışanlar, uzun yol şoförlüğü yapanlar, futbol, halter, kürek ve güreş sporlarıyla uğraşanlar, inşaat işçileri vb.)</p> <p><strong>Genetik</strong>: Bel fıtığı genetik bir hastalık değildir ancak hastalığı ortaya çıkartan bağ dokusu zayıflığı hastalığa bir yatkınlık oluşturabilir bu nedenle bazı kişilerde bel fıtığına yatkınlık ailesinden miras kalabilir, bel fıtığının görülme riski ailesinde bel fıtığı hastalığı olanlarda daha yüksektir.</p> <p><strong>Sigara içmek: </strong>Sigara içerisindeki toksik maddeler sıvı kaybına neden olarak diske giden oksijen kaynağını azaltırlar. Bu durumun diskin daha çabuk parçalanmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle diğer birçok zararlı etkisinin yanında sigaradan bel fıtığı riskini artırması nedeni ile de uzak durulmalıdır. </p> <h2><strong>Bel fıtığı belirtileri-semptomları nelerdir? </strong></h2> <p>'Bel fıtığı belirtileri nelerdir?' sorusu sıkça sorulmaktadır. Bel fıtığı yani lomber disk hernisi semptomları, diskin nerede fıtıklaştığına ve hangi sinir köküne baskı yaptığına bağlı olarak değişir. Bel fıtığının en yaygın belirtilerini şu şekilde sıralayabiliriz: </p> <ul> <li><strong>Alt bel bölgesinde ağrı</strong>: Ağrı şikayetleri; öksürme, hapşırma veya uzun süre ayakta durma ile daha da kötüleşebilir. Ayrıca kaslarda spazm oluşabilir.</li> <li><strong>Belden bacağa yayılan ağrılar:</strong> Bel fıtığının en tipi belirtilerinden biri de belden bacağa doğru yayılan (siyatik) ağrıdır. Ağrı ayak tabanına kadar yayılabilir.</li> <li><strong>Uyuşukluk: </strong>Bacakta meydana gelen ağrıya ek olarak uyuşma, keçeleşme şikayetleri de olabilir.</li> <li><strong>Kas zayıflığı: </strong>Ağrı ile birlikte bel fıtığı sebebiyle etkilenen tarafta bacakta, ayakta veya başparmakta kas zayıflığı da meydana gelebilir.</li> <li><strong>Mesane veya bağırsak fonksiyonundaki değişiklikler:</strong> İleri evrelerde bel fıtığından bağırsak veya mesane işlevi de etkilenebilir. İdrar yapamamaya bağlı olarak mesane dolar ve damla damla idrar kaçırma ortaya çıkar.</li> </ul> <p><strong>Ağrıya tolerans yeteneği kişiden kişiye değişebilir. Kişi ağrıya katlanabiliyor olsa da, kasları kontrol etme yeteneğini etkileyen ilerleyici kas güçsüzlüğü ile belirgin uyuşma-keçeleşme varsa bir beyin cerrahisi uzmanına başvurulması önemlidir. </strong></p> <p>Bacağa yayılan ağrının günlük yaşam aktivitelerinizi engelleyecek kadar artması, damla damla idrar kaçırma, idrar yapamama gibi bulgular, uyluk içi, bacakların arkası ile makat çevresindeki alanda meydana gelen ilerleyici his kaybı ve ilerleyici kas güçsüzlüğü gibi durumlarda acil tıbbi yardım gerekli hale gelmiştir.</p> <h2><strong>Bel fıtığı teşhisi nasıl konulur?</strong></h2> <p>Bel fıtığı tanısı için ilk olarak doktor tarafından kişinin tıbbi geçmişi öğrenilir ve fizik muayenesi gerçekleştirilir. Doktorunuz fiziksel muayene esnasında şikayetlerinizin, rahatsızlığınızın kaynağını sorgular. Daha sonra kişiye birtakım testler-taramalar uygulanır.</p> <p>Görüntüleme testleri doktorun problemli bölgeleri belirlemesine yardımcı olur. Röntgen,<strong> </strong>Manyetik Rezonans Görüntüleme<strong>, </strong>Bilgisayarlı Tomografi gibi yüksek çözünürlüklü tanı cihazlarıyla fıtık nedeniyle oluşan omurilik veya sinir basısının tespit edilmesi amaçlanır. Bel fıtığı tanı yöntemleri dahilinde uygulanabilen yüksek çözünürlüklü tanı cihazları şunları içerir:</p> <p><strong>Röntgen:</strong> Bel ağrılarında kemiklerde kırılma, omurga kayması gibi durumları hızlıca değerlendirmek ve takip etmek amacı ile kullanılır.</p> <p><strong>Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI</strong>): Yumuşak doku ayrımı ve çok düzlemli görüntüleme yetenekleriyle MRI, çoğu klinik durumda omurgayı değerlendirmek için en uygun görüntüleme incelemesidir. MRI dokular arasında kontrast oluşturmak için farklı sekanslardan yararlanılarak; omurga, omurilik, sinir kökleri ve beyin omurilik sıvısı ile görüntü alanına giren çevre dokular hakkında bilgi verir. Vücuttaki organların ve yapıların ayrıntılı görüntüleri için büyük mıknatıslar, radyofrekanslar ve bilgisayar kombinasyonu kullanılır.</p> <p><strong>Miyelogram</strong>: Yapının röntgen üzerinde net bir şekilde görülebilmesi için omurga kanalına boya enjekte edilir.</p> <p><strong>Bilgisayarlı Tomografi Taraması:</strong>(CT veya CAT taraması da denir) . Vücut görüntülerini üretmek için X ışınlarını ve bilgisayar teknolojisini kullanan bir görüntüleme taramasıdır. BT taraması; kemikler, kaslar, yağlar ve organlar dâhil olmak üzere vücudun herhangi bir bölümünün ayrıntılı görüntülerini gösterir.</p> <p><strong>Elektromiyografi (EMG): </strong>EMG, bir sinirin kası uyarmasına yanıt olarak kas tepkisini veya elektriksel aktiviteyi ölçen bir testtir.</p> <h2><strong>Bel fıtığında tedavi yöntemleri nelerdir? </strong><strong>Bel fıtığına neler iyi gelir?</strong></h2> <p>Bel fıtığı teşhisi konulduğunda büyük oranda yatak istirahati, ağrı kesici medikal tedaviler ve bazen fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezlerinde fizik tedavi ile rahatlama sağlanabilir. Hastaların büyük çoğunluğunda bu yöntemlerle şikâyetler gerilemektedir. Bu tedavilere rağmen geçmeyen, yaşam kalitesini bozan, iş-güç kaybına neden olan ağrı, kuvvet kaybı, idrar kaçırma gibi şikayetler varsa cerrahi tedavi kaçınılmazdır. Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın cerrahi tedavide amaç baskı altında kalan sinir kökünün rahatlatılmasıdır. Günümüzde tüm dünyada en çok kullanılan ve en fazla fayda gözlenen yöntem mikrocerrahi teknikler yapılan ameliyattır. Diğer yöntemler arasından laser ile fıtığın küçültülmesi, endoskopik yöntemle fıtığın çıkartılması sayılabilir. </p> <p>Yapılan incelemelerde ciddi bir sinir sıkışması yoksa ve bununla birlikte eğer sadece bel ve bacak ağrısı mevcutsa kas gevşetici ilaçlar, yatak istirahati ve zorlayıcı hareketlerden kaçınma önerilir.</p> <p>Genel olarak bel ağrılarında şu öneriler verilir</p> <ul> <li>İki kiloyu aşan ağırlıklar kaldırmamalıdır.</li> <li>Öne ve yanlara doğru eğilme gibi hareketler yasaklanır. Yerden bir şey alınacaksa çömelerek alınması önerilir.</li> <li>Otururken bel boşluğunu dolduracak şekilde bir yastık konması ve uzun süre oturulmaması önemlidir. Meslek gereği uzun süre oturulması gerekiyorsa saat başı ayağa kalkılmalı ve hafif esneme hareketleri yapmaya özen gösterilmelidir.</li> <li>Yukarıya doğru uzanma hareketi de yapılmamalıdır. Yüksekten bir şey alacaksa bir sandalye veya merdivenin üstüne çıkıp alması doğru olur.</li> <li>Soğukta kalmama, açık pencere veya havalandırma önünde durulmaması önemlidir.</li> <li>Ağrıdan korunmak için stresten kaçınmak da gereklidir.</li> <li>Evde geçirilen süre içinde yatak istirahati yapılmalıdır. Çok sert zeminler sanıldığının aksine zararlı olabilir. Kaliteli ortopedik bir yatakta, en rahat edilen pozisyonda yatılmalıdır. Sağ veya sol yana yatıp bacakları gövdeye doğru çekerek anne karnında bebek pozisyonunda yatmak uygun bir pozisyon olacaktır.</li> </ul> <p>Tanı konulduğunda istirahate ve kas gevşetici ilaçlara rağmen şikayetler devam ediyorsa lokal ağrı girişimleri veya akut dönem fizik tedavi teknikleri uygulanabilir. Kronik ağrılarda fizik tedavinin amacı, günlük aktivitelere katılımı sağlamak için çekirdek gücü, esnekliği ve dayanıklılığı artırmaktır, akut durumlarda ağrı nedeni ile hastanın bu tedaviye katılımı kısıtlı olabilir.</p> <p>Tüm bu tedavilere rağmen ağrılar günlük yaşam aktivitelerini kısıtlayacak ve yaşam kalitesini düşürecek şekilde devam ediyorsa cerrahi tedavinin zamanı gelmiş demektir. İlerleyici güç kaybı, damla damla idrar kaçırma, idrar yapamama, kuvvetli ağrı kesiciler kullanılmasına rağmen dayanılmaz ağrılar mevcutsa acil cerrahi girişim gereklidir. Gecikme halinde bu şikayetler kalıcı olacaktır.</p> <p>Bel fıtığı ameliyatlarındaki amaç, fıtıklaşan diskin temizlenesi ve sinir üzerindeki basının kaldırılmasıdır. En yaygın olarak kullanılan cerrahi seçenek mikrocerrahi diskektomidir. Mikrocerrahi tekniklerle ve çok küçük bir cilt açıklığından yapılan bu ameliyatlarda hastaneden kalma süresi bir gündür. Mikrocerrahi diskektomi genel anestezi altında yapılabildiği gibi uygun hastalarda uyanık ameliyat şeklinde epidural anestezi ile de yapılabilir. Hastanede kalma süresi genellikle 1 gündür. Hasta tercih ederse aynı gün içerisinde de taburcu olabilir. Günlük yaşam aktivitelerine dönüş kademeli olarak bir hafta kadar sürer. Ağır meslek gurubu çalışanları dışında hastalar iki hafta içerisinde işlerine dönebilirler.</p> <p>Endoskopik yöntem diğer bir seçenektir. Bu ameliyat da epidural anestezi ile yapılabilir. Endoskopik yöntem mikrocerrahi tekniğe göre iki boyutlu görüş sağlaması nedeni ile eleştirilmektedir. Ancak tecrübeli ellerde uygun bir girişim olabilir.</p> <p><iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/Hd9hGqyOmuA" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe></p> <h2><strong>Bel fıtığına ilişkin sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Bel fıtığından nasıl korunulur? Bel fıtığı için riskli pozisyonlar ve hareketler nelerdir?</strong></p> <p>'Bel fıtığından korunmak için neler yapmalıyım?' sorusu şu şekilde cevaplandırılabilir. Yerdeki cisimleri dizleri kırmadan eğilerek kaldırmak, dizleri kırmadan ağır nesneleri itmek ve çekmek, omuz üstüne yük kaldırmak ve yukarı doğru uzanmak, masa başında uzun süre bel desteği olmaksızın çalışmak, elde uzun mesafelerde ağır yük taşımak bel fıtığını davet edici durumlardır. Özellikle uzun süre oturulurken sırtın düz ve hizalı tutulması, ağır nesnelerin düzgün bir şekilde kaldırılması, yani ağır bir şeyi kaldırma esnasında gücün sırttan değil bacaklardan alınması önemlidir. Aynı biçimde düzenli egzersiz yapmak da bel fıtığının önlenmesinde son derece yararlıdır zira egzersiz yapılarak gövde kasları güçlendirilir, bu şekilde omurga desteklenir. Tüm bu önlemlere karşın bel fıtığı yine de gelişebilir. Bu durumda başvurulacak bir beyin ve sinir cerrahının önerilerine dikkat edilmelidir.</p> <p><strong>Her bel ağrısı bel fıtığı mıdır? Her bel fıtığı cerrahi işlem gerektirir mi?</strong></p> <p>Bel ağrılarının çok küçük kısmı ameliyat edilmesi gerekli bel fıtıklarından kaynaklanmaktadır. Alınan bu önlemlere karşın ağrı ve bacaklarda uyuşukluk, kas güçsüzlükleri geçmezse çözüm ameliyattır.</p> <p><strong>Bel fıtığı olan kişiler için sert yatak istirahati doğru mudur? Hangi pozisyonda yatmak uygundur?</strong></p> <p>İstirahat konusunda tabu haline gelen bir öneri, doğru olmamakla beraber sert yatak önerisidir. Uygun yataktan kastedilen, üzerine yatmakla şekli bozulmayan, vücudun şeklini alabilen ortopedik yatakların kullanılmasıdır. İstirahat amacıyla özellikle sert bir yatak arayışı gerekli değildir. Hastanın rahat ettiği pozisyon en iyi yatma pozisyonudur, dizlerin kırılması araya bir yastık konması da ağrıyı azaltır.</p> <p><strong>Bel fıtığı ameliyatlarından risk fazla mıdır? </strong></p> <p>Günümüzde tecrübeli ellerle uygulanan yeni yöntemler ile bel fıtığı ameliyatlarında risk oranı oldukça düşüktür.</p> <p><strong>Ameliyat sonrası bel fıtığının nüks etme riski yüksek midir? </strong></p> <p>Özellikle genç erkeklerde bu risk daha yüksektir. Cerrahi işlem sonrasında düzenli egzersizler yapılması, ameliyat sonrası önerilere uyulması, zorlayıcı hareketlere dikkat edilmesi durumunda bel fıtığının tekrar nüks etme riski azalır.</p> <p><strong>Bel fıtığı ameliyatları cinsel fonksiyonlarını olumsuz şekilde etkiler mi?</strong></p> <p>Bel fıtığı ameliyatlarının cinsel fonksiyonlar için herhangi bir olumsuz etkileri bulunmamaktadır. Ancak tüm komplikasyon risklerinden korunmak için ameliyatın bu konuda uzman doktorlar tarafından tam donanımlı merkezlerde gerçekleştirilmesi çok önemlidir.</p> <p><strong>Bel fıtığı ne kadar yaygındır?</strong></p> <p>Bel fıtığı vakaları özellikle 35 ila 55 yaşları arasındaki kişilerde yaygın olarak görülür. Bel fıtığı erkeklerde kadınlardan daha yaygındır. Ancak ülkemizde toplumun önemli bir kısmında bel fıtığı şikayetleri görülmektedir.</p>
SMA Hastalığı
<p>Spinal Musküler Atrofi (SMA), doğuştan bir genetik defekt nedeniyle ortaya çıkan motor nöron hastalıklardan biridir. Vücudu hareket ettiren omurilikte ön boynuz denilen bölgedeki motor sinirlerin ana gövdelerini etkiler. Sıklıkla bebeklik döneminde belirtileri görülmeye başlanan ve nadir görülen bir hastalık olan SMA’nın kesin bir tedavisi bulunmamaktadır.</p> <h2><strong>SMA hastalığı nedir?</strong></h2> <p>Motor nöronlar omuriliğin ön boynuzunda bulunur ve doğrudan vücudun iskelet kaslarını kontrol eder. Yeterli SMN proteini olmadığı takdirde, omurilik motor nöronları küçülmeye ve ölmeye başlar. Bu eksiklik, 5. kromozom üzerindeki SMN1 adı verilen bir genin genetik kusurlardan kaynaklanır.</p> <p>SMN1 geninin vücuttaki rolü, SMN adı verilen bir proteinin üretimidir. Bu protein yeterli miktarda üretilmezse motor nöronlar ölmeye başlar. Motor nöronlar, omurilikteki sinir liflerini vücuttaki kaslara gönderen ve hareketlerini kontrol eden sinir hücreleridir. Omurilik motor nöronları küçülmeye ve ölmeye başladığında hastanın beyni vücudun istemli kaslarını, özellikle kollar ve bacaklar ile baş ve boyun kaslarını kontrol edemez. Zamanla kaslar zayıflamaya ve tükenmeye başlar. Bu durum yürüme, emekleme, baş ve boyun kontrolü, yutma ve nefes alma gibi hareketleri etkiler. Kas kaybına ve kas zayıflığına sebep olan SMA hastalığında; görme, işitme, tat alma, koklama ve dokunma duyuları ile zihinsel ve duygusal işlevsellik ise tamamen normaldir.</p> <p>Kromozom 5 veya SMN eksikliğinden kaynaklanmayan SMA hastalığı ise en azından başlangıçta, vücudun merkezinden daha uzak olan distal kasları etkileyebilir.</p> <h2><strong>SMA hastalığına hangi neden sebep olur?</strong></h2> <p>SMA, 'hayatta kalma motor nöron 1' ( SMN1 ) adı verilen bir gendeki değişikliğin neden olduğu genetik bir durumdur. Herkes, her bir ebeveynden miras kalan SMN1 geninin iki kopyasına sahiptir . SMA'lı kişilerde SMN1 geninin her iki kopyasında da gen değişikliği olur. Bu <strong>durum 'otozomal resesif kalıtım’ </strong>olarak adlandırılır. SMA'lı bir kişinin ebeveynlerinin her biri, değiştirilmiş SMN1 geninin bir kopyasını taşır ve 'taşıyıcılar' olarak bilinir. Bu kişilerde SMA hastalığının belirti ve semptomları görülmez. Her iki ebeveyn de taşıyıcıysa, çocuğun SMA hastası olma olasılığı (dörtte bir) yüzde 25’tir. Her 40 kişiden biri, SMA'ya neden olan gen varyasyonunun taşıyıcısıdır.</p> <h2><strong>SMA hastalığının belirtileri nelerdir?</strong></h2> <p>SMA'nın belirtileri/semptomları hastalığın türüne göre değişkenlik gösterir. SMA hastalığının en sık görülen belirtisi kaslarda güçsüzlük ve atrofidir. Hastalığın tipine göre değişebilen SMA hastalığı belirtiler genel olarak aşağıdaki maddeleri kapsar:</p> <ul> <li>Zayıf kaslar, güçsüzlük, hareket etmede zorlanma</li> <li>Zayıf baş kontrolü</li> <li>Zayıf emme ve yutma güçlüğü</li> <li>Kemik ve eklem sorunları - Kavisli bir omurga (skolyoz) gibi..</li> <li>Sesin cılız şekilde çıkması ve dilde seğirme</li> <li>Yürümeye başladıktan sonra alışılmadık sıklıkla düşme, yürüme yeteneğinde azalma</li> <li>Yerde oturduktan sonra ayağa kalkmada zorluk</li> <li>Dengenin sağlamasında yaşanan güçlük</li> <li>Çan şeklindeki gövde</li> <li>Kramp ve azalmış refleksler</li> </ul> <h2><strong>SMA hastalığının tipleri nelerdir? </strong></h2> <p>Dünyada görülme sıklığı 10 binde bir, Türkiye'de ise görülme sıklığı 6 binde bir olan SMA hastalığının 4 tipi mevcuttur. SMA'nın tipleri, bireylerde hastalığın ortaya çıkma yaşına bağlı olarak sınıflandırılır. Tip 1 ve Tip 2, SMA hastalığının en yaygın şekilde görülen türleridir.</p> <p><strong>Tip 1 (şiddetli) SMA :</strong> SMA’nın bu türü aynı zamanda Werdnig-Hoffmann Hastalığı olarak da adlandırılır. En şiddetli ve en yaygın şekilde görülen SMA türüdür. Tip 1 SMA genellikle doğumda veya sonrasındaki ilk birkaç aydaki bebeklerde (0-6 ay) görülür. Semptomlar, bacaklarda gevşeklik ve zayıf gövde hareketi olarak belirir. Tip 1 SMA’nın görüldüğü kişiler çoğunlukla çok sınırlı hareket kabiliyetine sahiptir. Tip 1 SMA hastası olan bebekler oturamaz. Ayrıca Tip 1 SMA hastaları beslenmekte ve yutmakta, başlarını dik tutmakta ve nefes almakta zorlanır. Tip 1 SMA hızla ilerler, hastalık neticesinde kasların zayıflaması, solunum yolu enfeksiyonlarına yol açar.</p> <p><strong>Tip 2 (orta seviye) SMA</strong> : Tip 1’e göre daha hafif seyreden Tip 2 SMA’nın belirtileri çoğunlukla 7 ila 18 ay arasındaki bebeklerde görülür. Tip 2 SMA hiçbir zaman ayakta duramayan, yürüyemeyen ancak emekleyebilen çocuklarda ortaya çıkar, hastalığın ilerleme hızı büyük ölçüde değişebilir. Tip 2 SMA hastalığı çocuğun kollarından çok bacaklarını etkiler. Ayrıca bu tür hastaların ellerinde titreme, skolyoz, güçsüzlük hali, kilo alamama da görülebilir. Solunum yolu enfeksiyonları Tip 2 SMA’da da yaygın şekilde görülür. Yaşam beklentisi, hastanın durumunun şiddetine bağlı olarak erken çocukluktan yetişkinliğe kadar değişebilir.</p> <p><strong>Tip 3 (hafif) SMA :</strong> Tip 3 SMA, Kugelberg-Welander veya Juvenil Spinal Musküler Atrofi olarak da adlandırılır. Tip-3 SMA hastalığının semptomları 18. aydan sonra başlar. Bu döneme kadar gelişimleri normal olan bebeklerin, SMA belirtilerinin fark edilmesi ergenlik dönemini bulabilir. Tip 3 SMA hastaları ayakta durabilir ve yürüyebilir; ancak oturma pozisyonundan kalkmakta güçlük çekebilir. Bu tipten etkilenen hastalar hareket etmek için tekerlekli sandalye kullanma ihtiyacına gereksinim duyabilir. Tip 3 SMA hastaları da solunum yolu enfeksiyonları için risk altındadırlar.</p> <p><strong>Tip 4 (yetişkin) SMA :</strong> Bu nadir görülen SMA türünün semptomları yetişkin çağında ortaya çıkar. Tip 4 SMA hastalığının ilerlemesi yavaştır. Her türlü hareket gelişimi aşamasına ulaşabilen, çoğunlukla yaşam boyu hareket yetilerini koruyabilen Tip 4 SMA hastalarında hastalığın yol açtığı diğer komplikasyonlar nadir görülür.</p> <p>Çocuğunuzda veya kendinizde bu belirtilerden herhangi birini fark ederseniz, derhal doktorunuza görünmelisiniz.</p> <h2><strong>SMA nasıl teşhis edilir? </strong></h2> <p>'SMA hastalığı nasıl anlaşılır?' soruna verilecek yanıt şöyledir. SMA belirtileri ile doktora başvuran kişinin önce tıbbi öyküsü öğrenilir, fiziksel muayenesi yapılır. Hekim, EMG (elektromiyografi) veya bir kas biyopsi isteyebilir. Ayrıca zayıflayan kaslarda kreatin kinaz değerleri için bir kan testi yapılması istenebilir.</p> <p>Doktorlar, klinik bulgular neticesinde (çocuğunuzun semptomlarına ve diğer teşhis çalışmalarına dayanarak) SMA hastalığından şüpheleniyorsa, teşhisini doğrulamak amacıyla kan örneği alınarak yapılan genetik testi gerekli görebilir, zira genetik testi kromozom 5 ile ilişkili SMA hastalığının, yani tip 1 - 4 SMA hastalığının varlığını teşhis etmenin en kesin yoludur. SMA tanısı %95 delesyon tanısı olarak DNA testi sonucuyla konur. Geriye kalan %5 oranındaki bozukluk diğer hasar veren mutasyonlar şeklinde gelişebilir.</p> <h2><strong>SMA hastalığı nasıl tedavi edilir?</strong></h2> <p>'SMA hastalığı nasıl tedavi edilir?' sorusu sıkça sorulmaktadır.<strong> </strong>SMA hastalığı için bilinen kesin bir tedavi yöntemi yoktur. SMA'dan etkilenen çocukların tedavi aşamalarında; hastalığın yol açtığı semptomları yönetmeye, komplikasyonları önlemeye ve hastaların yaşam kalitelerini iyileştirmeye odaklanılır. Doktorunuz çocuğunuz için SMA tipine, durumun ciddiyetine ve çocuğun yaşına göre SMA hastalığının tedavisi için en iyi seçenekleri belirleyecektir.</p> <p>Örneğin, SMA Tip 1'li çocuklar solunum yolu enfeksiyonlarına ve zatürreye yatkın olduklarından, tedavi akciğer fonksiyonlarını korumaya odaklanabilir. Buna karşın, SMA Tip 3 veya 4 olan bir çocuğun veya yetişkinin bakımı, kas gücünü ve hareketliliğini sürdürmeye yardımcı olmak için fizyoterapiye odaklanabilir.</p> <p>Tip 1 SMA hastaları için tedaviler, beslenme tüplerini, ventilatörleri ve diğer solunum yardımı yöntemlerini içerebilir. Fizik tedavi, Tip 1 SMA hastalarına da fayda sağlayabilir. Bu tür spinal musküler atrofiye sahip birçok hasta, hayatlarının çoğunu hastanede geçirebilir.</p> <p>Tip 2 ve Tip 3 SMA hastaları için tedaviler ortopedik diş telleri, tekerlekli sandalyeler ve fiziksel ve mesleki terapileri içerebilir.</p> <p>Spinal musküler atrofisi hastalarının beyinlerinin normal şekilde geliştiğini bilmek önemlidir. SMA'lı birçok hasta oldukça zeki ve sosyaldir. Onlarla konuşmak, oyun oynamak ve diğer zihinsel uyarım biçimlerini sağlamak, bu çocukların duygusal ve fiziksel yaşamlarına olumlu yönde katkıda bulunur.</p> <p>Hastalığın neden olduğu semptomları yönetmek ve komplikasyonları önlemek için uygulanan tedavi seçenekleri özetle şunları içerir:</p> <ul> <li>Hastalığın neden olduğu semptomlar ve stresten kurtulmaya odaklanan, hem hastanın hem de ailesinin yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlayan <strong>palyatif bakım.</strong></li> <li>Bazı SMA formlarında postürü iyileştirmeye, eklem hareketsizliğini önlemeye, kas güçsüzlüğünü ve atrofiyi yavaşlatmaya yardımcı olabilecek <strong>fizik tedavi</strong>.</li> <li>Yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla hastaların günlük yaşamlarını yönetmelerine yardımcı olabilecek ayarlamalara odaklanan <strong>mesleki terapi.</strong></li> </ul> <h2><strong>SMA hastalığı hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>SMA üzerine yapılan yeni bir araştırma var mı?</strong></p> <p>Birçok bilim insanı ve klinisyen, bu hastalığa dair anlayışımızı geliştirmek ve SMA hastasının hayatta kalmasını ve yaşam kalitesini iyileştirmek için büyük çaba sarf ediyor. SMA'da yer alan genlerin son keşifleri ve bu genlerin motor nöronların sağlığının korunmasındaki rolleri ve moleküler tıptaki yeni gelişmeler, bu hastalıkta daha iyi tedavi stratejileri için umut vermektedir. Son yapılan araştırmalarda, farklı yaklaşımlarla SMN proteini üretimini artırmaya yönelik stratejilere odaklanılmıştır.</p> <p><strong>Spinal musküler atrofi geni olmasına rağmen SMA hastası olmayanlar ne yapmalı?</strong></p> <p>SMA geninin bir taşıyıcısı olarak teşhis edilip bu hastalıktan etkilenmeyenler, bir genetik danışman veya doktorun tavsiyesine başvurmalıdır. Çocuk sahibi olmayı düşünenler için bu durum çok önemlidir. Nitekim hekimler, bu kişilerin spinal musküler atrofisi olan bir çocuğa sahip olma risklerini değerlendirmeye yardımcı olacaktır.</p>
Kunduracı Göğsü (Pektus Ekskavatum)
<p>Pektus Ekskavatum yani halk arasında kunduracı göğsü olarak bilinen rahatsızlık doğumsal göğüs duvarı deformitesidir. “Kunduracı göğsü nedir?” , “Kunduracı göğsü derecesi”, “Kunduracı göğsü tedavisi nasıldır?”, “Kunduracı göğsü vakum bell tedavisi”, “Kunduracı göğsü ameliyatı”, “Kunduracı göğsü zararları” “Kunduracı göğsü tedavi edilmezse ne olur?”, “Kunduracı göğsü tedavi fiyatları nedir?”, “Kunduracı göğsü nedenleri nelerdir?”, “Kunduracı göğsü belirtileri nelerdir?” soruları kunduracı göğsü ile ilgili merak edilen konuların başında gelmektedir.</p> <p>[doctor-box]1543[/doctor-box]</p> <h2><strong>Kunduracı Göğsü (Pektus Ekskavatum) Nedir?</strong></h2> <p>Pektus Ekskavatum, halk arasında kunduracı göğsü olarak da bilinen hastalık, bir göğüs duvarı deformitesidir. Deformite, sternum denilen göğsün orta hattındaki iman tahtası kemiğiyle beraber kaburgalarla bağlantıyı sağlayan kıkırdak yapının içe doğru çökmesi durumudur.</p> <h2><strong>Kunduracı Göğsü (Pektus Ekskavatum) Belirtileri Nelerdir? </strong></h2> <p>“Kunduracı göğsü belirtileri”, “Bebeklerde kunduracı göğsü belirtisi” gibi sorular merak edilen konular arasındadır. Kunduracı göğsü ile ilgili doktorlara başvuru nedenleri şunlardır.<strong> </strong></p> <p>Bir grup hasta kunduracı göğsü görüntüsüne bağlı kozmetik rahatsızlık duyarak doktora başvurmaktadır. Diğer bir grup hasta ise kunduracı göğsü derecesine göre akciğer ve kalp baskısına bağlı olarak solunumsal problemler yaşayabilir. Bu problemlerden en sık görülenleri göğüs ağrısı ve nefes darlığıdır. Kalp baskısı olan hastalarda kalp ritm problemleri de gözlenebilir. Derin kunduracı göğsü yani kunduracı göğsü derecesi yüksek hastalarda kalbin sol göğüs boşluğuna doğru yer değiştirdiği sıklıkla gözlenir.</p> <p>Çocuk yaş grubundaki kunduracı göğsü hastalarında; oyun oynarken çabuk yorulma, nefes nefese kalma gibi durumları anne babalar gözlemleyebilir.</p> <h2><strong>Kunduracı Göğsü (Pektus Ekskavatum) Nedenleri Nelerdir?</strong></h2> <p>Kunduracı göğsü hastalığının nedenleri (etyoloji) tam olarak bilinmemektedir. Net olarak bir genetik geçiş gösterilmemiş olsa da genetik geçişin etkili olduğu düşünülmektedir. Hastaların yaklaşık %40 ‘ ında bir aile öyküsü vardır.</p> <h2><strong>Kunduracı Göğsü (Pektus Ekskavatum) Teşhisi Nasıl Yapılır?</strong></h2> <p>Kunduracı göğsü teşhisi hastanın şikayetleri ve doktorun yaptığı muayene ile koyulur. Fizik muayeneye yardımcı olarak bazı görüntüleme yöntemleri ihtiyaç halinde kullanılabilir.</p> <ul> <li>Röntgen: Kunduracı göğsü derecesinin belirlenmesi ve muhtemel ek problemleri görüntüleme amacıyla röntgen çekmekte fayda vardır.</li> <li>Bilgisayarlı Tomografi (BT): Derin kunduracı göğsü hastalarında kalp ve akciğer baskısının varlığı ve derecesini ortaya koymak adına bilgisayarlı tomografi (BT) çekmek gerekebilir.</li> <li>Ekokardiyografi: Bunların yanında bazı durumlarda kalp fonksiyonlarını değerlendirme amacıyla ekokardiyografi yapılabilir.</li> </ul> <h2><strong>Kunduracı Göğsü Tedavisi Nasıldır?</strong></h2> <p>Pektus ekskavatum deformitesi yani kunduracı göğsü tedavisinde yaklaşım hastanın deformite derecesine(kunduracı göğsü derecesi) göre değişmektedir. Bu deformite uzun yıllar boyunca geleneksel tedavi yöntemi olan ravitch açık ameliyat yöntemi ile tedavi edilmekteydi.</p> <p>Kunduracı göğsü tedavisinde günümüzde Amerikalı cerrah Dr. Donald Nuss tarafından tıp dünyasına kazandırılan Nuss yöntemi uygulanabilmekte ve başarılı sonuçlar alınmaktadır.</p> <p>Nuss yöntemi, kamera eşliğinde kapalı olarak yapılan minimal invaziv ameliyat tekniğidir. Bu yöntemin daha kısa ameliyat süresi, estetik küçük insizyonlar, daha kısa hastanede kalış süresi ve postoperatif yüksek hasta konforu gibi avantajları bulunmaktadır.</p> <p>Bunun yanında belli grup hastalar ameliyat etmeden vacuum bell ismi verilen pompaya bağlanan bir cihaz yardımıyla tedavi edilebilmektedir</p> <h2><strong>Kunduracı Göğsü Hastalığı İle İlgili Sık Sorulan Sorular </strong></h2> <p><strong>Kunduracı Göğsü Hastalığı Ne Sıklıkta Görülür?</strong></p> <p>Pektus Ekskavatum yani kunduracı göğsü hastalığı en sık görülen göğüs duvarı deformitesidir. Yaklaşık olarak 300-400 canlı doğumda 1 görülür.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsa Ameliyatı Nasıl Yapılır?</strong></p> <ul> <li>Nuss ameliyatı genel anestezi altında yapılır.</li> <li>Hastanın her iki yanında 2 şer santimlik cilt kesileri olur. Ameliyat bu kesilerden yapılır.</li> <li>Ameliyata başlamadan hastaya yerleştirilecek olan bar/barlar'ın bir model yardımıyla boyu, şekli belirlenir.</li> <li>Sağ tarafa yapılan insizyon kullanılarak torakoskop (kamera) yardımıyla bir tünel açıcı deformitenin en derin noktasından geçirilip sol taraftaki insizyondan çıkartılır. Çıkartılan aletin ucuna bir rehber ip bağlanıp aynı insizyondan geri çıkartılır.</li> <li>Daha sonra şekil verilmiş olan bar, bu ip yardımıyla göğüs kafesinin altına yerleştirilir ve özel döndürücü aletler yardımıyla ters çevrilerek deformite düzeltilmiş olur.</li> <li>Son olarak yerleştirilen bu bar sabitleyici metal parça ve etraf kas dokusuna dikiş ile sabitlenerek tespit edilir.</li> </ul> <p><strong>Kunduracı Göğsü Ameliyatında Kaç Adet Bar Kullanılır?</strong></p> <p>Ameliyatta kaç adet bar kullanılacağı kunduracı göğsü derecesine, tipine, şekline göre değişkenlik göstermektedir. Ameliyat öncesinde barın sayısını, hangi açıyla yerleştirileceği ön görülebilse de kesin karar ameliyat esnasında göğüs kafesinin alacağı şekil ile verilmektedir. Sıklıkla 1 veya 2 bar yerleştirilir ancak nadir durumlarda derin ve ileri deformiteli (kunduracı göğsü derecesi yüksek) hastalarda 3 bar da yerleştirilebilir.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsü Ameliyatı Sonrası Hastane Süreci Nasıldır?</strong></p> <ul> <li>Kunduracı göğsü ameliyatından sonra hastalar direk olarak yataklı servise alınır.</li> <li>Ameliyattan sonra aynı gün hastalar ağızdan beslenmeye başlanır ve ayağa kaldırılır.</li> <li>Ameliyattan sonraki ilk 3 gün ağrılı olabilir. Bu nedenle damardan ağrı kesici tedavisi uygulamak gerekir. </li> <li>Ortalama 4 gün hastane yatışı sonrası taburculuk planlanmaktadır.</li> <li>Hastaların taburculuk sonrası 2-3 hafta süreyle evde istirahat etmeleri gerekmektedir.</li> </ul> <p><strong>Kunduracı Göğsü Ameliyatından Sonra Nelere Dikkat Edilmelidir?</strong></p> <ul> <li>Kunduracı göğsü ameliyatından sonra hem ağrı hem de yerleştirilen barda olası bir yer değişikliği dönme olmaması açısından ani hareketlerden kaçınmak gerekir.</li> <li>Ameliyat sonrası ilk 3-4 gün bir refakatçi yardımıyla enseden desteklenerek doğrulmakta faydalıdır.</li> <li>Yaklaşık 1 ay süreyle sırt üstü uyumak önerilmektedir.</li> <li>Kunduracı göğsü ameliyat sonrası 1 aylık süreden sonra istenilen pozisyonda yatılmasında bir sakınca yoktur.</li> </ul> <p><strong>Kunduracı Göğsü Ameliyatından Sonra Spora Ne Zaman Başlanabilir?</strong></p> <ul> <li>Kunduracı göğsü ameliyatından bir ay sonra yürüyüşler ve ufak çapta ağırlıksız egzersizlere başlanabilir.</li> <li>Ameliyat sonrası ortalama 3.aydan itibaren düşük ağırlıkla fitness, yüzme gibi sporlara başlanabilir.</li> <li>Hastalar karşılıklı darbe riskini içeren boks, karate, güreş gibi sporlar haricen 6.aydan itibaren tüm sporları yapabilirler.</li> <li>Boks, karate gibi sporlardan tedavi süreci tamamlanana kadar( barın takılmasından çıkarılmasına kadar geçen süre) kaçınılması önerilir.</li> </ul> <p><strong>Kunduracı Göğsü Ağrı, Nefes Darlığı, Öksürük Yapar mı?</strong></p> <p>“Kunduracı göğsü ağrı yapar mı? “, “Kunduracı göğsü nefes darlığı yapar mı?” , “Kunduracı göğsü öksürük yapar mı? gibi sorular merak edilen konular arasındadır. Kunduracı göğsü genellikle semptom vermez ancak deformitenin derecesine göre derin deformitelerde göğüs ağrısı, çabuk yorulma, öksürük, nefes darlığı gibi belirtiler görülebilmektedir.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsü Askerlik Yapmaya Engel Bir Rahatsızlık mıdır?</strong></p> <p>Solunum fonksiyonlarında ciddi azalma meydana getiren ileri derece Pektus ekskavatum(Kunduracı göğsü) hastaları dışındaki hastaların askerlik yükümlülüklerini yerine getirmelerinde sakınca yoktur. Bununla beraber nuss ameliyatı yapıp bar yerleştirip tedavi edilen hastalar, bar çıkarıldıktan sonra askerlik için elverişli olacaklardır. Bar takılı kunduracı göğsü hastalarının, askerlik kararı alındıktan sonra 2 defa sevk tehiri ile bar çıkarılana kadar askerlikleri ertelenmektedir. İki kere, birer yıllık erteleme kararı verildikten sonra 3. yıl barı halen çıkarılmamışsa askere alınıp acemi birliği sonrası barının çıkarılması teklif edilmektedir. TSK'nın genel tercihi barın çıkarılmasından sonra askere almak şeklinde olmaktadır.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsü Vakum Yöntemiyle Tedavi Edilir mi?</strong></p> <p>Kunduracı göğsü tedavisinde ameliyat yöntemine alternatif olarak vacumm bell tedavisi uygulanabilmektedir. Negatif basınç yöntemi olarak uygulanan vacumm bell tedavisi uygun hastalarda olumlu sonuçlar verebilmektedir.</p> <p>Vakum tedavisi göğsün çökük olan ön tarafına koyulan bir yumuşak aparat ve bunun tansiyon aletine benzer bi sistemle negatif basınç uygulayarak göğüs duvarını yukarıya çekmesidir. Hastalar bunu günde 2 veya 3 sefer 45 er dakka uygularlar. Bunun en doğru kullanım alanı hafif dereceli kunduracı göğsü olup, 18 yaşına kadar kemiklerin halen esnek olduğu hastalardır. Vacumm Bell kullanan hastaların da 3 ayda 1 düzenli olarak doktor takibinde olması gerekmektedir.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsüne Hangi Bölüm Bakar?</strong></p> <p>Kunduracı göğüse hastalığı göğüs cerrahisi bölümünün alanına girer. Tanı, takip ve tedavilerinden göğüs cerrahisi bölümü sorumludur. Pektus deformitesine eşlik eden deformiteler varlığında ilgili branşlarla koordineli şekilde çalışılmaktadır.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsü Bitkisel Tedavisi Var mıdır? Sporla Düzelir mi?</strong></p> <p>Kunduracı göğsünün bitkisel veya doğal bir tedavisi yoktur. Pektus ekskavatum (Kunduracı göğsü) kemik ve kıkırdak dokunun çökmesi ile meydana geldiğinden fitness, yüzme vs. sporlar ile deformitede düzelme sağlanamaz.</p> <p><strong>Kunduracı Göğsüne Başka Hastalıklar/Deformiteler Eşlik Eder mi?</strong></p> <p>Pektus (Kunduracı göğsü) hastalarına başka hastalıklar ve deformiteler eşlik edebilir. En sık eşlik eden deformitelerden birisi skolyoz denilen omurgaların sağa ya da sola eğilmesidir. Bununla birlikte Marfan Sendromu gibi bağ dokusu hastalıkları, Mitral Valv Prolapsusu-Fallot Tetralojisi gibi kalp hastalıkları da pektus hastalığı beraberinde görülebilir.</p> <p><strong>Bebeklerde ve Yeni Doğanda Kunduracı Göğsü Olur mu?</strong></p> <p>Bebeklerde ve yenidoğanda kunduracı göğsü görülebilir. Yenidoğan döneminde görülmesi durumunda mutlaka eko ile değerlendirilip pediatrik kardiyolog takibinde olması gerekmektedir. 5-10 yaş grubu hastalar vacumm bell açısından bir göğüs cerrahı tarafından değerlendirilmelidir.</p>
Meme Kanseri
<p>Kadınlarda en sık görülen kanser tipi olan meme kanseri hastalığında, son 20 yılda teşhis ve tedavi anlamında büyük ilerlemeler kaydedildi. Erken tanı sayesinde memeyi koruyan ameliyat seçenekleriyle bu hastalıktan kurtulma şansı arttı. Erken tanı konulmuş meme kanseri tamamen tedavi edilebilen bir hastalıktır. Erken tanıya önem verin!</p> <h2><strong>Meme kanseri nedir?</strong></h2> <p>Bundan 30 yıl önce meme kanseri, 12-14 kadında görülüyordu. Meme dokusundaki süt kanalını oluşturan ve süt yapıcı hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmasıyla ortaya çıkar. Meme kanseri kadınlarda görülen kanserlerin %33’ünü oluşturuyor. Tüm kanser hastalarının ise %20’sini tehdit ediyor. Günümüzde ise artık her 8 kadından 1’i hayatı boyunca meme kanseriyle karşı karşıya kalma riskiyle yaşıyor.</p> <p>Meme kanseri, meme dokusu içinde süt kanalları içerisinde oluşan kanser hücreleridir. Meme kanserlerinin yüzde 80’i invaziv duktal karsinomdur. Invaziv duktal karsinom, meme kanserinin süt kanallarında ortaya çıktığını gösterir. Meme kanserinin yüzde 20’si de invaziv lobüler karsinomdur. Bu türde ise meme kanseri süt kanallarında değil süt bezlerinde gelişir. Meme kanserine neden olan hücrelerin çoğalması ve büyümesi oldukça zaman alır. Ancak çoğaldıktan sonra hücreler lenf ve kan yoluyla vücudun diğer organlarına yayılabilir. Meme kanserinde en önemlisi kanserin kan ve lenf yolu ile diğer organlara yayılmadan tanının konmasıdır. Bu aşamada konulan bir tanı ile tedavi oranı çok yüksektir. Bu nedenle meme kanserinde erken teşhis çok önemlidir.</p> <p><iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/glTYxkozFe4" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe></p> <p>Meme kanseri kadınlarda en çok görülen kanser türüdür. Her 10 kadından birinde görülen meme kanseri ortalama her 100 bin kadının 20’sinde rastlanıyor. Meme kanseri kadınlara oranla erkeklerde çok nadir görülmektedir. Ancak hastalık geliştiğinde seyri kadınlarda görülen meme kanserine göre daha hızlı ve kötüdür. Her 100 meme kanserinin 1’i erkeklerde görülmektedir. Meme kanserinin nedeni tam olarak bilinmese de kalıtım, beslenme şekli, sosyo-ekonomik durum, regl durumu, doğumlar, doğum kontrol hapları gibi birçok faktörden bahsedilebilir.</p> <p>Meme kanserinin görülme sıklığı yaş ilerledikçe artar. En çok 50-70 yaş aralığında görülen meme kanserinde risk ailede meme kanseri öyküsü bulunduğunda artmaktadır. Anne ya da kardeşte meme kanseri görüldüğünde hastalığın riski 3 kat artar. Bu nedenle aile hikâyesinde meme kanseri olan kişilerin kontrollerini özellikle 40 yaş ile birlikte sık sık yaptırmaları gerekmektedir. BRCA1 ve BRCA2 genlerinde bozulma yani mutasyon var olan kişilerin hem meme hem de yumurtalık kanserine yakalanma ihtimali riski yüksektir. Menopoz sürecinde 5 yıldan fazla hormon ilacı kullanmak da meme kanseri riskini artıran faktörlerden biridir.</p> <h2><strong>Meme kanseri belirtileri nelerdir?</strong></h2> <p>Meme kanseri belirtilerini bilmek meme kanserini erken evrede yakalamak ve tedavinin başarıya ulaşması için çok önemlidir. Meme kanseri belirtileri arasında en belirgini memede ele gelen kitledir. Ele gelen kitle meme dışında koltuk altında da olabilir. Eğer kitle büyümüş ise meme ucunun içeri doğru çekilmesi de meme kanseri belirtilerindendir. Çok nadir görülse de meme ucundan kanlı ya da kansız akıntı da meme kanserini işaret edebilir. Meme kanserine neden olan tümör çok büyürse meme derisinde ödem oluşur ve şişme görülebilir. Aynı zamanda kızarıklık ve portakal görünümü de karşılaşılan meme kanseri belirtilerindendir. Eğer meme kanseri yayılmış ise yayıldığı bölge ile ilgili şikayetler de görülebilir. Meme kanseri belirtilerini tanımak meme kanserinin ilerlemesine engel olabilmek adına çok önemlidir. Bu nedenle kişinin kendi meme yapısını tanıması ve risk faktörlerini bilmesi gerekir. Meme kanseri belirtilerini fark edebilmek için her kadın 20 yaşından sonra kendi meme muayenesini yapmaya başlamalıdır. Kendi kendine meme muayenesi adet bitiminden 5-7 gün sonra; adet görmeyen kadınlar ise ayda bir belirdikleri yapılmalıdır.</p> <p>Meme kanseri belirtilerini şöyle sıralayabiliriz;</p> <ul> <li>Meme üzerinde genellikle ağrısız, sert yapılı, hareket</li> <li>Memede; genellikle ağrısız, sert yapılı, hareket ettirilebilen veya yerinden oynamayan, zamanla büyüyebilen yapıda ve karakterde ele gelen şişlikler.</li> <li>Gözle görülebilir şekilde, meme boyutunda veya şeklinde değişiklik.</li> <li>Meme cildinde kızarıklık, morluk, yara, damar genişlemesi, içeri doğru çöküntü, yaygın küçük şişlikler, portakal kabuğu görünüşü gibi noktasal çekintiler.</li> <li>Meme başı ve çevresinde, renk ve şeklinde değişiklik, meme başında genişleme, düzleşme, içe çökme, yön değiştirme, kabuklanma, çatlaklar ve yaralar.</li> <li>Meme başından kanlı veya kansız akıntı gelmesi.</li> <li>Koltuk altında görülebilen, elle fark edilen ağrılı ya da ağrısız şişlikler.</li> </ul> <p>Risk faktörüne sahip olmanız, o hastalığa yakalanacağınız anlamına gelmez.</p> <h2><strong>Meme kanseri risk faktörleri</strong></h2> <p>Meme kanseri risk faktörlerinin en önemlileri değiştiremeyeceğimiz risk faktörleridir. Özellikle aile hikâyesinde meme kanserinin olması meme kanseri risk faktörlerinin başında gelmektedir. Birinci derce bir akrabada 50 yaşından önce görülen meme kanseri, kişinin meme kanserine yakalanma ihtimalini 3 kat artırmaktadır. Yine 2. derece akrabalarda görülen meme kanseri de önemli meme kanseri risk faktörlerindendir. Ayrıca ailede ne kadar fazla kişi meme kanserine yakalanmış ve ne kadar erken yaşta yakalanmışlar ise o kadar risk artar. Meme kanserinde bir diğer önemli risk faktörü ise meme dokusunun yoğun olmasıdır. Meme dokusu içerisinde yağ oranı daha az olan kişilerde meme kanseri riski daha çok artıyor. Meme dokusunun yoğunluğunu ise mamaografk ve sonografik yöntemlerle ölçülebilir. Özellikle lenfoma hastalarında göğüs çevresine yakın uygulandığı için maruz kalınan radyoterapi de meme kanseri için sayılabilecek risk faktörleri arasındadır. Bu nedenle özellikle lenfoma hastaları olmak üzere radyoterapi tedavisi alan hastaların tedaviden sonra hayat boyu kontrollerini sıkça yaptırmaları önerilmektedir.</p> <p>Kadınlarda meme kanseri oluşumunda risk faktörü sayılan erken adet görme de önemsenmelidir. Özellikle 11 yaşından önce adet görenler, geç menopoza girenler meme kanserine yakalanma konusunda daha riskli durumda kabul edilirler. Emzirmemek ya da ilk hamileliğini 30 yaşından sonra yaşamak, aşırı alkol tüketmek ve fazla kilolu olmak da meme kanseri risk faktörleri arasındadır. Ayrıca özellikle menopoza girdikten sonra, menopozun etkilerini azaltmak için kullanılan östrojen hormonu da meme kanseri riskini 1.5. kat artırmaktadır.</p> <p>Diğer meme kanseri risk faktörleri şunlardır;</p> <ul> <li>Meme kanserinde kadın olmak birinci derece risk faktörüdür.</li> <li>Ailede meme kanseri öyküsü bulunan kişinin meme kanserine yakalanma riski diğer insanlara göre daha fazladır.</li> <li>Yaş ilerledikçe meme kanseri görülme riski artar.</li> <li>Beyaz tenli kadınlar, esmer tenli kadınlara göre %20 daha fazla risk altındadır.</li> <li>Meme kanseri vakalarının %5-10’u genetiktir. Aileden geçen bozuk genler (mutasyon) sonucu oluşmaktadır. Genetik meme kanserinin en sık rastlanan nedeni, BRCA1 ve BRCA2 genlerinde genetik mutasyondur. BRCA mutasyonuna sahip aile üyeleri için risk, %80 oranındadır.</li> <li>15 yaşından önce radyoterapi tedavisi görmek, 40 yaşından sonra meme kanseri olma riskini %35’e çıkarmaktadır.</li> <li>55 yaş ve üstü kadınların 3’te 2’sinde, yayılma gösteren meme kanseri bulunmaktadır.</li> <li>Yaşlanma veya yaşam şekli gibi faktörler, meme kanseri riskini zaman içinde değiştirebilir.</li> <li>Uzun süreli fazla sigara tüketiminin meme kanseri riskini arttırdığı tespit edilmiştir.</li> <li>Fiziksel aktivite ve düzenli spordan uzak, hareketsiz bir yaşam meme kanseri oluşum riskini artırmaktadır.</li> <li>Şişmanlık, doğurganlık çağındaki kadınlarda meme kanseri riskini 2 katına çıkarır.</li> <li>Ailesinde meme kanseri olanlarda doğum kontrol hapı kullanımı, kanser riskini 3 kat artırmaktadır.</li> </ul> <h2><strong>Meme kanserine yakalanma riskini azaltmak için neler yapılabilir?</strong></h2> <p>Egzersiz şeklinde yapılan fiziksel aktivitenin, meme kanseri riskini azalttığına ilişkin kanıtlar artmaktadır. Haftada en az 1,25 – 2,5 saatlik hızlı yürüyüşler, kadındaki meme kanseri riskini %18 oranında azaltmaktadır. Eğer bu yürüyüş, haftada 10 saat olursa, risk oranı biraz daha azaltmaktadır.</p> <p>Bazı araştırmalar, uzun süreli emzirmenin meme kanserini az da olsa azalttığını öne sürmüştür. Araştırmalar, doğum kontrol hapı kullanan kadınların, kullanmayan kadınlara nazaran az da olsa meme kanseri riski taşıdığını göstermektedir. Hapların kullanımına son verildiğinde, risk oranı normale dönmektedir. Çok fazla hamilelik geçiren ve genç yaşta hamile kalan kadınlarda, meme kanseri olma riski azalır. Bunun nedeni ise, hamilelik döneminde duran adet döngüsüdür. Tedavi kararında meme kanserinin hangi alt grubu ile karşı karşıya olduğunuzu bilmek uygulanacak tedavinin başarısı açısından çok önemlidir.</p> <h2><strong>Meme kanseri türleri</strong></h2> <p>Meme kanseri türleri biyopsi ile alınan doku üzerinde yapılan patoloji incelemesi sonucunda belirlenir. Meme kanserinin birçok türü bulunmasına rağmen genel olarak iki ayrı başlık altında değerlendirilmektedir:</p> <ul> <li>Meme kanallarını oluşturan hücrelerde oluşan duktal karsinom</li> <li>Memenin süt bezlerinde oluşan lobüler karsinom</li> </ul> <p>Duktal ve lobüler karsinomlar kendi içlerinde yayılma göstermeyen non-invaziv/in situ tümörler ve yayılma özelliği olan invaziv tümörler olarak ikiye ayrılmaktadır.</p> <p><iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/Zq1lVhmj5PY" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe></p> <p><strong>Duktal Karsinoma In Situ</strong></p> <p>Elle muayenede belirlenemeyen ve mamografide düzensiz yapısı ve kireçlenmelerle kendini gösteren bir kanser türüdür. Bu hastalığa sahip olan hastanın meme başı akıntısı da olabilir.</p> <p><strong>Lobüler Karsinoma In Situ</strong></p> <p>Her iki memede de meme kanseri oluşma riskini 8-10 kat artıran önemli bir belirtidir. Bu durumda olan hastalar düzenli olarak kontrol ve yakın takip altında tutulmakta ve aynı zamanda hastaya koruyucu ilaçlar da verilmektedir.</p> <p>Bazı hastalarda koruyucu amaçlı her iki memenin alınması ve meme dokusu içinin boşaltılması gibi işlemler yapılabilmektedir. Hastanın kozmetik açıdan herhangi bir sorun yaşamaması için uygulanan cerrahi yollarla protez ve meme rekonstrüksiyonu gibi işlemler de hastaların sosyal yaşamlarına olumlu katkı sağlamaktadır. 10 yıl öncesine kadar meme kanseri sadece 2 grupta sınıflandırılabilen meme kanseri günümüzde, 4 değişik alt grupta toplanmaktadır. Ayrıca farklı tedavi stratejileri ile birey ve bireyin tümörüne özgü tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. 10 yıl öncesine kadar meme kanseri sadece 2 grupta sınıflandırılabilen meme kanseri günümüzde, 4 değişik alt grupta toplanmaktadır. Ayrıca farklı tedavi stratejileri ile birey ve bireyin tümörüne özgü tedavi yöntemleri geliştirilmiştir.</p> <p><strong>Invaziv (Yayılım Gösteren) Karsinoma</strong></p> <p>Kanser başlangıç yeri olan hücrenin üst katmanından daha ileri yayılma göstermesi ile invaziv kanser türü oluşur. Meme kanserlerinin çoğu, invaziv karsinomdur. Yayılma özelliği gösteren kanserler arasında, meme kanallarını oluşturan hücrelerden ortaya çıkan duktal karsinom en sık rastlanan meme kanseri tipidir.</p> <p><strong>Inflamatuvar Meme Kanseri</strong></p> <p>Meme kanserinin en hızlı ve kötü seyirli tipi olarak bilinmektedir. Memeyi tamamen saran iltihabi hastalıklarıyla belirtileri benzerlik göstermektedir. Kitle belirtisi vermez ve bazen de yalnızca kızarıklık ve sertlik gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Antibiyotik tedavisine rağmen iyileşmeyen meme hastalıklarında mutlaka altta yatan bir kanser olup olmadığı araştırılmalı, aksi ispatlanana kadar hastanın kanser olduğu düşünülerek gerekli tetkik ve incelemeler yapılmalıdır.</p> <p><strong>Meme Kanseri İstatistikleri</strong></p> <ul> <li>2012 yılında dünyada 1.7 milyon yeni meme kanseri vakasına rastlanmıştır.</li> <li>Meme kanserinin en çok görüldüğü ilk 3 ülke Belçika, Danimarka ve Fransa’dır.</li> <li>Türkiye meme kanserinin en çok görüldüğü ülkeler sıralamasında ilk 20’nin dışında yer alır.</li> <li>Meme kanseri tüm kanserlerin %12’sini oluşturmaktadır.</li> <li>Kadınlarda görülen kanserlerin %25’i meme kanseridir.</li> </ul> <h2><strong>Memede kitle ve kist nedir?</strong></h2> <p>Memede ele gelen kitle, kist ya da solid bir kitle olabilir. Özellikle fibroadenom ve fibrokistler memede çok sık görülen kitlelerdir. Bozuk para şeklinde görülen bu kitleler kansere dönüşmeyen, iyi huylu tümörlerdir. Kadınlar kendi kendine meme kontrolü esnasında fark ettikleri bu kitlelerin meme kanseri ya da zararsız bir fibroadenom kitlesi olup olmadığını anlayamazlar. Özellikle 30 yaş altı kadınlarda hormonal değişikliklere bağlı olarak fibroadenomlar çok sık görülmektedir. Memedeki kitlenin karakteri meme ultrasonu ile anlaşılmaktadır. Bu nedenle kadınlar memelerinde bir değişiklik ya da kitle fark ettiklerinde en kısa zamanda uzman bir doktora görünmelidir. Meme ultrasonu ve gerek görülürse mamografi ile memedeki kitleye dair bir fikir elde edilebilir.</p> <h2><strong>Memede ağrı neye işaret eder?</strong></h2> <p>Memede ağrı özellikle her iki memede de hissediliyorsa öncelikle hormonal değişiklikleri ve adet döngüsünü işaret eder. Bunun yanı sıra fibroadenom ve fibro kister de memede ağrı yapabilir. Hamile kadınlarda hormonların değişimine bağlı olarak memede ağrı görülürken, emziren kadınlarda da emziremeye bağlı olarak memede ağrı gelişebilir. Meme kanserinin ileri evrelerinde tümörün büyümesine bağlı olarak ödem ve sonrasında memede ağrı oluşabilir. Ancak memede ağrı meme kanseri belirtisi olarak kabul edilmez.</p> <h2><strong>Meme kanseri evreleri</strong></h2> <p>Meme kanseri yavaş ilerleyen bir kanser türüdür. 5-7 yıl içerisinde 1 cm büyüklüğe erişen tümör, önce lenf kanalları ile koltuk altı lenf bezlerine sonrasında ise kan yoluyla karaciğer ve kemik gibi uzak organlara yayılabilir. Tümörün hangi aşamada olduğu ve nerelere yayıldığını öğrenmek için evreleme yapılır ve tedaviye buna göre karar verilir. Meme kanserinde evreleme için TNM isimli bir sistem kullanılır. Buna göre T tümör çapını, N hastalıklı koltuk altı lenf bezi sayısını, M ise uzak yayılım (metastaz) durumunu belirtir.nMeme kanserinde 4 evreden bahsedilebilir. Evre I, II ve bazı evre III tümörler erken evre meme kanseri kabul edilir. Evre III tümörlerinin bir kısmı ile evre IV tümörleri ise meme kanserinde ileri evre olarak adlandırılır. Meme kanserinde evreleme yaparken tümörün büyüklüğü, çevredeki lenf nodlarına yayılıp yayılmadığı göz önüne alınır. Buna göre meme kanseri evrelerini şu şekilde tanımlayabiliriz;</p> <p><strong>Evre 0</strong> – DCIS</p> <p><strong>Evre I :</strong> Tümör 2 cm’den küçük ve henüz lenf nodlarına sıçramamış.</p> <p><strong>Evre II :</strong> Tümör 2- 5 cm arasında bir büyüklükte olup çevredeki lenf nodlarına sıçramış ya da sıçramamamış olabilir.</p> <p><strong>Evre III:</strong> Çevredeki lenf bezlerine daha fazla yayılmış demektir</p> <p><strong>Evre IV:</strong> Diğer organlara (kemik, karaciğer, beyin, akciğer) veya kemiğe, uzaktaki lenf nodlarına metastaz yapmış demektir.</p> <h2><strong>Meme kanseri teşhisi</strong></h2> <p>Meme kanserinin erken teşhisi çok önemlidir. Her kadın 20 yaşından itibaren memesini tanımalı, aylık düzenli kontrollerini ve 40 yaşından itibaren de mamografi takibini yapmalı. Memedeki her 10 kitleden 8’i iyi huyludur; yani kanser değildir</p> <p>Erken teşhis edilen meme kanserinde hem tedavi çok kolay hem de başarı şansı çok yüksektir. Örneğin Evre 0’da yakalanan meme kanserinde başarı şansı ve hastalığın bir daha tekrar etmeme olasılığı %96’dır. Evre I’de başarı oranı % 93, Evre II’de % 85 şeklindedir. Ne kadar erken evrede teşhis edilirse başarı şansı da o kadar yükselmektedir. Erken teşhis için her kadının 20 yaşından itibaren ayna karşısında ayda bir kez, kendi kendine meme muayenesi yapması gerekmektedir. 35 ile 40 yaş arasında kadınlar ilk meme ultrasonunu çektirmeli, 40 yaşından sonra da yılda 1 kez mamografi yaptırmalıdır.</p> <p>Meme kanseri teşhisinde görülen her 10 kitlenin 8’i iyi huyludur. Bunların çoğu genç yaşlarda görülen fibroadenom veya kist denilen kanser olmayan kitleler ve orta yaşlarda görülen fibrokistik kitlelerdir. Memedeki kitlenin ağrılı ya da ağrısız olması bunun kanser anlamına gelmez. Ancak Ancak memede ele gelen farklı bir yapı veya kitlenin ne olduğunun mutlaka aydınlatılması kitle fark edildiğinde mutlaka doktora başvurmak gerekir. Son yıllarda toplumda meme kanserine karşı farkındalık yaratmak amacıyla yapılan sosyal sorumluluk kampanyaları ve bilinçlendirme programları, meme kanserinde erken tanı için kişinin kendi kendine meme muayenesi yapmasının önemine işaret etmektedir.</p> <h2><strong>Meme kanserinde erken teşhis yöntemleri</strong></h2> <p>Kendi kendine meme kontrolleri</p> <p>Yıllık mamografi</p> <p>Yıllık doktor muayenesi</p> <p>Kendi Kendine Meme Kontrolleri</p> <p>Meme muayenesi, erken tanı için çok önemli!</p> <p>Meme kanserinden korunmak ve erken evrede meme kanserini yakalamak için meme muayenesi çok önemlidir. Meme kanseri, meme içinde küçük bir kitleyken müdahale edildiğinde %100’e yakın oranda başarı ile tedavi edilebilmektedir. Meme kanserini diğer kanserlerden ayıran bir başka özellik de “kanser tarama programları” içinde değerlendirilebilir oluşudur. Bu nedenle memesinden hiçbir şikayeti veya kitlesi olmayan kadınlar, “Tarama Yöntemleri”ni önemsemelidir.</p> <h2><strong>Kendi kendine meme muayenesi nasıl yapılır?</strong></h2> <p>Kadınların düzenli olarak ayna karşısında her ay kendi memelerini muayene etmesi kolay bir yöntemdir. Meme muayenesi her ay adetin bitiminden 4-5 gün sonra yapılmalı. Meme muayenesi her ay adetin bitiminden 4-5 gün sonra yapılmalı Menopoza girenler, rahim veya yumurtalık ameliyatı olan kadınların periyodik olarak ayda bir kez aynı günlere denk getirecek şekilde meme muayenesini yapmaları gerekmektedir. Meme muayenesinde, memesinin simetrisine, meme başında bir akıntı olup olmadığına, herhangi bir deformitenin varlığına, cilt değişikliklerine, ele bir kitlenin gelip gelmediğine dikkat edilmelidir.</p> <p><strong>3 Adımda Meme Muayenesi</strong></p> <p><strong>Ayna Karşısında Muayene</strong></p> <p>Kollarınızı yukarı doğru kaldırın. Her iki memenizde herhangi bir düzensizlik, deri çekintisi veya çöküntüsü, meme ucunda yara, kabuklanma, çekilme olup olmadığını kontrol edin. Ellerinizi belinize koyarak kuvvetlice aşağı doğru bastırın. Aynı anda göğüs kaslarınızı iyice kasın. Aynadan meme derinizde çekilme olup olmadığını kontrol edin. Kontrolünüz sonucu memelerinizin birbirine eşit olmadığını görebilirsiniz. Bu, olağan bir durumdur ve hastalık belirtisi olarak görülmemelidir.</p> <p><strong>Duş Yaparken Muayene</strong></p> <p>Ayakta sol memenizi muayene ederken, sol elinizi başınızın üzerinde tutun. Sağ elinizle yukarıdan aşağıya doğru ve aşağıdan yukarıya doğru sol memenizi bastırarak muayene edin. Sağ elinizle sol memenizin dış tarafından meme başına doğru ışınsal veya daireler çizecek şekilde bastırarak muayene edin.</p> <p>*Aynı işlemleri sağ memeniz için sol elinizi kullanarak yapın. Meme içinde fındık ya da ceviz büyüklüğünde farklı bir sertlik olması durumunda doktorunuza bildirin.</p> <p><strong>Sırtüstü Yatarken Muayene</strong></p> <p>Sağ memenizi muayene ederken, sağ omzunuzun altına yastık yerleştirin ve sağ elinizi başınızın arkasına koyun. Sol elinizle yukarıdan aşağıya doğru ve aşağıdan yukarıya doğru sağ memenizi bastırarak muayene edin. Sol elinizle sağ memenizin dış tarafından meme başına doğru ışınsal veya daireler çizecek şekilde bastırarak muayene edin.</p> <p>*Aynı işlemleri, sol memeniz için sağ elinizi kullanarak yapın. Meme içinde fındık ya da ceviz büyüklüğünde farklı bir sertlik olması durumunda doktorunuza bildirin.</p> <p>Her iki memenin, meme uçlarını nazikçe sıkın. Meme ucunda akıntı olup olmadığını; oluyorsa açık renkli mi kanlı mı olduğunu kontrol edin. Fark ettiğiniz herhangi bir şişliği, kalınlaşmayı veya akıntıyı doktorunuza bildirin.</p> <p><strong>Yıllık Mamografi</strong></p> <p>Referans olması için 30’lu yaşlarda en az bir kez mamografi çektirilmelidir. Meme kanserinde erken teşhis için memesinde herhangi bir değişiklik fark etmeyen 40 yaş üzerindeki her kadın yıllık mamografi çektirmelidir. Böylece meme kanserinin ele gelen gelen büyüklüğe ulaşmadan yakalanması mümkün olur. Bununla birlikte daha sonraki mamografi çekimlerine referans olması için 30’lu yaşlarda en az bir mamografi çektirilerek filmin saklanması önerilmektedir. Ailesinde hiç meme kanseri olmayanlar 35 yaşından sonra, ailesinde kanser öyküsü bulunanlar ve genetik meme kanseri riski altında olanlar ise 25 yaşından sonra ilk ultrasonografilerini yaptırmalıdır. Bu kişiler ilk ultrason yaptırdıkları yaştan itibaren her yıl düzenli olarak ultrason takibi altında olmalıdır.</p> <p><strong>Yıllık Doktor Muayenesi</strong></p> <p>Meme kanserinin erken evrede fark edilmesi ve teşhisi için düzenli doktor takibi çok önemlidir. Hiçbir şikayeti olmasa bile 40 yaşından sonra tüm kadınların doktora başvurarak muayene olması gerekmektedir.</p> <h2><strong>Meme kanseri tedavisi</strong></h2> <p>Son yıllarda, meme kanserinin tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler ve yeni tedavi olanakları; hastalığın erken teşhisi ve tedavi ile tamamen yok edilebilmesini sağlamaktadır.</p> <p>Günümüzde meme kanseri tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler ve yeni tedavi seçenekleri ile hastalığın teşhisi ve tedavisi daha kolay ve başarılı hale gelmiştir. Meme kanseri tedavisinde öncelik memenin korunmasına yönelik tedavisi ve uygulamalardır. Erken evrede yakalanan meme kanserinde meme kaybı olmadan, gelişmiş tekniklerle hastalık yayılımı önceden tespit edilerek önlem alınabiliyor ve tümöre direk olarak müdahale edilmektedir. İleri evre meme kanserinde memenin cerrahi ile alınması söz konusu olduğu durumlarda plastik cerrahi teknikleri ile meme rekonstrüksiyonu (yeni bir meme) yapılabilmektedir. Meme kanseri erken tanı sayesinde %100’e yakın bir oranda tedavi edilebiliyor.</p> <p><iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/7NpLLVHjA1o" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe></p> <p>Meme kanseri tedavisi hastanın hangi evrede olduğuna bağlı olarak değişir. Evre 0’da ameliyat sonrası kemoterapi tedavisine gerek duyulmamaktadır. Çoğu zaman radyoterapi de tedaviye eklenir. Evre I ve II ‘de kitle küçük olduğu için önce ameliyat ardından kemoterapi uygulanıp uygulanmayacağına karar verilir. Evre III’te önce kemoterapi tedavisi uygulanır ardından hasta ameliyata alınır. Evre IV’te ise eğer kanser vücudun çok fazla bölgesine yayılmadıysa cerrahi düşünülebilir. Ancak kanser yayılımı fazla ise sadece ameliyat kesinlikle önerilmez. Sadece kemoterapi ve bazen radyoterapi tedavisi uygulanır. Özellikle Herceptin, Pertuzumab, Kadcylan ve Palbociclib son dönemde geliştirile etkili kemoterapi ilaçlarından. Yakın dönemde meme kanserine özel aşılar da yakın dönemde tedavide kullanılacak.</p> <h2><strong>Meme kanseri tedavi yöntemleri</strong></h2> <p><strong>Cerrahi Yöntemler</strong></p> <p>Meme kanseri cerrahisinde öncelikle amaç, tümörün geride kalmayacak şekilde çıkarılması ve koltuk altına yayılım gösteren vakalarda lenf bezlerinin tümüyle alınmasıdır.</p> <p><strong>Mastektomi</strong></p> <p><strong>Basit mastektomi:</strong> Bu işlem, total mastektomi olarak da adlandırılır. Meme uçları dahil tüm meme alınır, ancak koltuk altı lenf bezleri veya memenin altındaki kas dokuları alınmaz. Günümüzde çok fazla tercih edilmeyen bir yöntemdir.</p> <p><strong>Cilt koruyucu mastektomi:</strong> Bazı kadın hastalarda meme, cerrahi sırasında yeniden yapılandırılabilir. Bu işleme, cilt koruyucu mastektomi olarak adlandırılmaktadır. Memenin üstündeki derinin çoğu (meme ucu çevresi (areola) ve meme ucu dahil) dokunulmadan bırakılır.</p> <p><iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/ouzCIBvQdCI" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe></p> <p><strong>Radikal Mastektomi:</strong> Bu geniş çaplı operasyonda tüm meme, koltuk altı bezleri ve meme altındaki pektoral (göğüs duvarı) kaslar alınır. Radikal mastektomi, geçmişte oldukça sık kullanılmış olan bir yöntemdir.</p> <p><strong>Meme koruyucu cerrahi</strong></p> <p>Meme kanseri erken teşhis edildiğinde daha çok memenin etkilenmiş kısmı alınır. Ancak, alınacak kısım tümörün büyüklüğüne, yerine ve başka diğer faktörlere bağlıdır. Lumpektomide sadece memedeki kitle ve etrafındaki dokular alınır. Radyoterapi, lumpektomiden sonra uygulanan bir tedavi yöntemidir. Hastaya adjuvan kemoterapi de verilecekse, genellikle kemoterapi tedavisi tamamlanana kadar radyoterapi geciktirilir. Kadranektomide, memenin dörtte biri alınır. Cerrahi sonrası genellikle radyoterapi verilir. Yine bu yöntemde de, kemoterapi verilecekse radyoterapi geciktirilir.</p> <p><strong>Lenf bezi cerrahisi</strong></p> <p>Meme kanserinin koltuk altı lenf bezlerine yayılımını belirlemek için bir veya birden fazla lenf bezi alınarak mikroskop altında incelenir. Bu inceleme, kanserin evrelenmesi, tedavi şeklinin ve sonuçlarının belirlenmesi için önemlidir. Lenf bezlerinde kanser hücreleri bulunursa, kanserin kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine yayılmış olma şansı yüksektir. Koltuk altındaki lenf bezlerinde kanser hücrelerinin varlığı, cerrahi sonrası eğer gerekli görülürse ne tür bir tedavi uygulanacağına karar verilmesinde önemli bir rol oynar.</p> <p><strong>Radyoterapi tedavisi</strong></p> <p>Meme kanserinde radyoterapi ile ameliyat sonrası koltukaltı ve meme bölgesine verilen ışınla, kalma olasılığı olan kanser hücrelerini yok etmeye hedeflenmektedir. Meme kanseri tedavisinde radyoterapi, memenin kalan dokusunu korumak amacı ile özellikle yenileme riski yüksek olan hastalarda ve meme koruyucu cerrahi yapılan hastalarda uygulanır.</p> <p><iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/C-lhYhbe_9g" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe></p> <p><strong>İlaç Tedavileri</strong></p> <p><strong>Kemoterapi</strong></p> <p>Meme kanserinde kemoterapi çoğunlukla cerrahi sonrası uygulanır. Ameliyat sonrası herhangi bir kanserli hücre kalmamasına rağmen koruyucu bir önlem olarak bir süre daha kemoterapi tedavisi devam edebilir.</p> <p><strong>Hormonoterapi</strong></p> <p>Hormon tedavisinin amacı, kadın hormonlarına duyarlı meme kanseri vakalarında kanser hastasının hormon miktarını azaltmaktır. Östrojen hormonuna duyarlı olan bazı kanser hücreleri, daha hızlı büyür ve çoğalır. Bu tedavi yöntemi, östrojen etkisini ortadan kaldırarak kanserin gelişmesini önler.</p> <p><strong>Akıllı Tedaviler</strong></p> <p>Meme kanseri, farklı tedavi stratejileri ile bireye ve tümöre özgü tedavi gerektiren bir hastalıktır. Eskiden klasik kemoterapi ilaçları ve hormon tedavileri dışında seçenekler bulunmazken günümüzde daha yeni ve daha etkin kemoterapi ilaçları, damardan ve ağızdan hap şeklinde alınabilen hedefe yönelik akıllı ilaçlar ile yeni hormonal tedavi ilaçlarının birlikte kullanımı başarılı sonuçlar getirmektedir.</p> <h2><strong>Meme kanseri sonrası yaşam</strong></h2> <p>Hastaya, fiziksel yaşam kalitesi odaklı tedavi modelinin planlanması çok önemlidir. Hastaların çoğunda ameliyat (koltuk altı lenf bezleri alınması) sonrası omuz kısıtlılığı, bazen de lenf ödem ortaya çıkmaktadır. Doğru ve erken dönemde planlanan egzersiz ve rehabilitasyon programları sayesinde hastaların bu sorunları ortadan kaldırılmaktadır. Hastaların yaşam boyu süren takip programları sayesinde kalıcı omuz kısıtlılıkları ve lenf ödem ile karşılaşma ihtimalleri son derece azaltılabilmektedir.</p> <p>Meme kanserini atlatan hastaların neredeyse %70’inde gözlenen cinsel ve psikolojik problemler, uzmanlar tarafından yönetilebilir ve hastalarda bu yönde gelişebilecek sorunlar ortadan kaldırılabilir. Hastalık boyunca devam edilen egzersizlere, ameliyattan kısa süre sonra tekrar başlanmalı ve düzenli olarak devam edilmelidir. Meme kanseri tekrarlarının çoğu ilk 3 yıl içinde görülmektedir. Bu nedenle tedavi sona erdikten sonraki 3 yıl boyunca hastaların, sağlık kontrollerini ayrıntılı bir şekilde takip etmeleri önemlidir. Meme kanserinin tekrarlama oranı %30 ameliyat alanında, %70 uzak organlarda olduğundan ihmal edilmemelidir. Hastalık boyunca devam edilen egzersizlere, ameliyattan kısa süre sonra tekrar başlanmalı ve düzenli olarak devam edilmelidir.</p> <p>Kontrol muayenelerinde hastaların şikayetleri sorgulanır ve hasta ayrıntılı olarak muayene edilir. Yakınması veya şüpheli bir bulgusu olmayan hastalarda hiçbir incelemeye gerek görülmez. Ancak şüpheli bulgusu olanlarda bunları aydınlatmaya yönelik ayrıntılı tetkikler yapılır. Meme kanseri tedavisi ile birlikte hastalar öncelikle kendilerine yeni bir sayfa açmalı ve endişeden uzak yaşamalılardır. Meme kanseri tedavisi sürecinde koltuk altı lenf bezlerinin alınması ile omuz omuz kısıtlılığı, bazen de lenf ödem ortaya çıkmaktadır. Doğru ve erken dönemde planlanan egzersiz ve rehabilitasyon programları sayesinde hastaların bu sorunları ortadan kaldırılmaktadır.</p> <p>Meme kanserinden kurtulan hastalarının %70’nde görülen cinsel problemler için mutlaka uzman yardımı alınmalıdır. Meme kanseri ameliyatı sonrasında egzersiz, yoga, yürüyüş gibi sporlara devam edilmelidir. Meme kanserinin tekrar riski ilk 3 yıl içerisinde vardır. Bu nedenle hastalığı atlattıktan sonra sağlık kontrolleri aksatılmamalıdır. Meme kanserinin tekrarlama oranı %30 ameliyat alanında, %70 uzak organlarda olduğundan ihmal edilmemelidir.</p> <h2><strong>Meme kanseri ile ilgili sıkça sorulan sorular</strong></h2> <p><strong>Meme kanseri sürecinde besleme nasıl olmalıdır?</strong></p> <p>Meme kanseri sürecinde beslenme biçimi meme kanseri tedavisini olumlu yönde etkilemektedir. Meme kanseri hastaları meme kanseri tanısından sonra hekimden bir daha kansere yakalanmaması veya acilen iyileşmesi ve savunma sisteminin güçlenmesi için bir beslenme listesi bekler ve böyle bir liste verilmeyince de hayal kırıklığına uğrar. Hatalı haberler, alternatif tıp ürünü pazarlayan bazı özel kuruluşlar ve bireylerin hasta ve ailesinde oluşturduğu yanlış bilgi yönlendirmeleri altında; hastalar hekimlerden bazı bitkiler önermesini, yiyecekleri gıdaları tek tek oranlarına kadar yazmasını beklerler.</p> <p>Yapılan araştırmalara göre kanser tanısından sonra beslenme için yapılacak özel takviyeler ancak hastanın iştahının azalması, yeterli beslenememesi ve kilo kaybetmesine neden olmaktadır. Bunun dışında beslenme uzmanları tarafından tüm bireylere önerilen “sebze ve meyve ağırlıklı, kırmızı etten fakir beyaz et oranını artıran beslenme modeli” genel durumu iyi olan ve beslenebilen birçok kanser hastası için yeterlidir. Çalışmalar göstermiştir ki, kanser tanısından sonra beslenme için yapılacak özel takviyeler ancak hastanın iştahının azalması, yeterli beslenememesi ve kilo kaybetmesine neden olmaktadır.</p> <p>Meme kanseri tedavisi sürecinde tedaviye ve hastalığa bağlı devam eden kilo kaybı, ağızdan gıda alamama, ağız yaraları, uzun süren ishal, uzun süren bulantı kusma, vitamin eksikliği gibi durumlarında özel beslenme ekiplerince damardan veya ağız yolu ile özel gıdalar ve vitamin ile destekleri yapılmalıdır. Kanser hastaları, aşırı yemek ve tuzlu gıdadan kaçınmalı! Erken evre meme kanseri hastaları özellikle tedavileri sırasında aşırı yemek yemekten ve tuzlu gıdalardan kaçınmalı ve tedavi öncesi alerjik yan etkiyi azaltmak amacı ile kullanılan kortizonun iştahı artırıcı, kilo ve ödem yapıcı etkilerine karşı dikkatli olmalılar.</p> <p>Ayrıca, bu dönemde halsiz ve güçsüz kalmama adına tüketilen bal ve pekmez gibi yüksek kalorili gıdalar hastalarda istenmeyen ve sonradan verilmesi son derece güç aşırı kilo alımlarına neden olabilmektedir. Gerek meme kanseri olsun gerekse diğer tüm kanserlerin tedavisinde bulantı kusma için Zencefil 0.5-1mg ağızdan hap şeklinde kullanımının kanıtlanmış yararı dışında onkoloji literatürüne bilimsel bir kanıt olarak girmeyi başaran bitkisel bir ürün yoktur. Dikkat! Bitkisel ürünler, hastalara zarar verebilir. Geçen 20 yılda popüler olan vitaminlerin kullanımı, antioksidan özellikleri ile “bizleri genç tutacak cildimizi pürüzsüz kılacak, kanser tedavileri sırasında yan etkilerden koruyacak” varsayımı ile yoğun bir kullanım alanı bulmuştur. Fakat son 5 yılda yapılan kapsamlı çalışmaların sonucunda gereksiz ve hekim önerisi dışında kullanılan vitaminlerin vücuda yarardan çok zarar verdiği hatta bazı kanser türlerinin artışına bile neden olduğu saptanmıştır. Bunun üzerine dünyada ve ülkemizde alternatif tıp pazarı ve pazarlayıcıları hedeflerini bitkisel ürünlere çevirmiştir. Ancak doğal gibi görünen bu ürünlerin de özellikle kemoterapi ve diğer tıbbi tedaviler ile istenmeyen etkileşimleri birçok hastayı ve tedavi sorumluluğunu alan hekimi zor durumda bırakmaktadır.</p> <p><strong>Çok şeker ve şekerli gıdalar tüketmek meme kanserine neden olur mu?</strong></p> <p>Şekerin direkt olarak meme kanseri ile bağlantısı yoktur. Meme kanserinden korunmak için ideal kilomuzda olmaya dikkat etmemiz yeterlidir.</p> <p><strong>Meme kanseri tedavisinde kalabalık ortamlardan uzak durmalı mıyım?</strong></p> <p>Meme kanseri tedavisi sürecinde kalabalık ortamlardan kaçınmak yerine daha çok sosyalleşme ve moral bulma olasılığı olan ortamlarda bulunulmalı. Tedavi sürecinde kalabalık ortamlardan mikrop kapmak gibi bir durum söz konusu değildir.</p> <p><strong>Parfüm, deodorant, lazer epilasyon, kalıcı makyaj meme kanserine neden olur mu?</strong></p> <p>Lazer epilasyon, kalıcı makyaj yaptırmak, parfüm, deodorant kullanmak meme kanserine neden olmaz.</p> <p><strong>Meme muayenesi için en doğru zaman nedir?</strong></p> <p>Meme muayenesini adet döneminin bitiminden 4-5 gün sonra yapmak gerekir.</p> <p><strong>İlk mamografi ve ultrason kontrolünü kaç yaşında yaptırmalıyım?</strong></p> <p>35-40 yaş arasında bir kez mamografi ve ultrasonografi yaptırmalısınız. Bu, “Temel mamografi” olarak adlandırılır. 40 yaşından sonra ise rutin mamografi taraması yaptırmanız gerekir.</p> <p><strong>Ailemde meme kanseri olanlar var. İlk kontrolünü ne zaman yaptırmalıyım?</strong></p> <p>25-26 yaşından sonra yıllık rutin ultrason takiplerinizi yaptırmalısınız. Genetik meme kanserlerinde ise ilk mamografi yaşı 26’dır. Ailesel meme kanseri riski altındaysanız 32-34 yaşlarından sonra mamografi ile takip edilmelisiniz.</p> <p><strong>Mamografinin kanser oluşumuna etkisi var mı?</strong></p> <p>Mamografinin yararı, zararının çok üzerindedir. Bu nedenle mamografinin verdiği radyasyon asla vücut için bir zarar olarak değerlendirilmemelidir. 1960’lı yıllarda çok yüksek radyasyon oranına sahip olan teknolojilerde 30 sene mamografi ile takip edilen hastalarda mamografinin zararının, yararının çok altında olduğu tespit edilmiştir. Mamografiler ise o dönem teknolojilerden 10 kat daha az radyasyon vermektedir. MR’da da radyasyon olmadığı için hastaya herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır.</p> <p><strong>Meme kanseri bulaşıcı mıdır?</strong></p> <p>Hiçbir kanser bulaşıcı değildir. Bir ailenin birçok bireyinde kanser görülmesi bu yanlış düşünceye sebep oluyor olabilir. Kişi kanser hastalığını başka bir kimseye bulaştıramaz. Ancak rahim ağzı (serviks), karaciğer kanseri gibi bazı kanserlerin nedenleri arasında virüsler vardır.</p> <p><strong>Meme kanserinden korunmak için neler yapabilirim?</strong></p> <p>Meme kanserinden tamamen korunmak söz konusu değil. Sigara ve alkolden uzak durmak, sağlıklı beslenmek, egzersiz yapmak gibi değiştirilebilir faktörler ile görünme sıklığı azaltılabilir.</p> <p><strong>Meme kanserine yakalanma riskini azaltmak için spor yapmamın faydası olur mu?</strong></p> <p>Günlük yaşam içinde kendinize uygun sporu tercih etmelisiniz. Birçok insan için yapılabilecek spor; düzenli ve tempolu bir yürüyüştür. Bununla birlikte yüzme, bisiklete binme, pilates, yoga gibi grupla veya tek başınıza yapılabileceğiniz egzersizleri tercih edebilirsiniz.</p> <p>*İstatistikler: http://www.wcrf.org/int/cancer-facts-figures/data-specific-cancers/breast-cancer-statistics</p>
Teknolojiler
Endoskopik Ultrasonografi (Endosonografi-EUS)
<p>Sindirim sistemine ilişkin hastalıkların teşhisinde en büyük yardımcı endoskopik yöntemler olsa da, bazı durumlarda gizlenen kitle ve lezyonlar belirlenemeyebiliyor. Fakat endoskopi ve ultrasonografının tek bir cihazda birleştirilmesiyle; sindirim sisteminin hastalıkları görüntülenebiliyor. Bu görüntüleme sayesinde gerekirse işlem esnasında biyopsi alınarak, patolojik incelemeye bile gönderilebiliyor.</p> <h2><strong>EUS nedir?</strong></h2> <p>Endoskopi sindirim sistemini incelemeye yarayan esnek bir alettir. Ultrasonografi ise yüksek frekanslı ses dalgaları ile karaciğer, safra kesesi, pankreas gibi organlardan görüntüler elde edilmesini sağlayan bir cihazdır. Endosonografi ise endoskopi ile ultrasonografiyi birleştiren, sindirim sisteminin alt tabakalarını ve çevre dokuları da incelemeye imkan tanıyan ileri teknoloji ürünü bir cihazdır.</p> <p><strong>Endoskopik ultrasonografinin</strong>; yemek borusu kanseri, mide kanseri, <a href="http://www.taviloglu.com/bagirsak-hastaliklari/rektum-kanseri.html" target="_blank">rektum kanseri</a>, safra yolu kanseri, pankreas kanseri tanısı, biyopsi alınması, kanserin erken evrede saptanması, ameliyat sonrası takipte nüks bulgularının araştırılması, ameliyat öncesinde ışın tedavisi yani radyoterapi verildiyse tümör çapındaki gerilemenin araştırılması, rektum etrafındaki komşu organlarda (prostat, mesane, vajina) lenf bezlerinde ve damarlarda kanser tutulumunun incelenmesi ve tümörün derecesinin (T1, T2, T3, T4) belirlenmesinde önemli oranda etkili olduğu bilinmektedir.</p> <h2><strong>Endosonografi (EUS) hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <ul> <li>Yemek borusu kanseri, mide kanseri, <a href="http://www.taviloglu.com/bagirsak-hastaliklari/rektum-kanseri.html" target="_blank">rektum kanseri</a>, safra yolu kanseri, pankreas kanseri tanısı, biyopsi alınması, kanserin erken evrede saptanması, ameliyat sonrası takipte nüks bulgularının araştırılması, rektum etrafındaki komşu organlarda (prostat, mesane, vajina) lenf bezlerinde ve damarlarda kanser tutulumunun incelenmesi ve tümörün derecesinin (T1, T2, T3, T4) belirlenmesi</li> <li>Sindirim sistemi kaynaklı yumuşak doku tümörleri, submukozal lezyonlar: Yemek borusu, mide, rektum gibi organların duvarlarından kaynaklanan tümörlerin saptanması gastrointestinal stromal tümör (GİST), leiomyoma, vb. tümörlerin tespiti</li> <li>Karın içi lenf bezlerinden biyopsi alınması</li> <li>Anal fistül: Tanısı ve sınıflandırılması, fistülün makat kasları (anal sfinkter) ile ilişkisinin anlaşılması</li> <li><a href="http://www.taviloglu.com/bagirsak-hastaliklari/bagirsak-inkontinensi-gaz-ve-diski-kacirma.html" target="_blank">Gaz ve dışkı kaçırma:</a> Anal kanal kaslarının kalınlığını ve durumunu değerlendirilmesi</li> <li>Pankreatit: Akut pankreatit olgularında, pankreas etrafındaki ‘’psödokist’’ adı verilen yalancı kist sıvısının ve nekrozlu dokuların (nekrotizan pankreatit durumunda) tespiti ve boşaltılması, kronik pankreatit durumunda pankreas organı ve kanalının değerlendirilmesi</li> <li>Pankreas kanserlerinde EUS ile ağrı tedavisi</li> <li>Karaciğerdeki kitlelerden biyopsi alınması</li> <li>Kanser nedeniyle tıkanan safra yollarının EUS eşliğinde mideye ya da ince bağırsağa boşaltılması veya stent takılması</li> </ul> <h2><strong>Endoskopik ultrasonografi avantajları nelerdir?</strong></h2> <ul> <li>Endoskopik ultrasonografinin (EUS) başlıca üstünlüğü yemek borusu kanseri, mide kanseri, rektum kanseri, pankreas kanseri ve makat kanseri gibi durumlarda hem kanserin derine doğru yayılımı ve hem de etraftaki lenf bezi, damar ve organlardaki tutulumu hakkında fikir vermekte ve bu bölgelerden biyopsi alma olanağı tanımaktadır.</li> <li>Endoskopik ultrasonografi (EUS) veya endosonografi, lenf düğümlerinden biyopsi örneği almada ve damarların içindeki kan akımını göstermede standart ultrasonografiye göre daha üstündür.</li> <li>Endoskopik ultrasonografi (EUS) veya endosonografi endoskopi ile yapıldığından organların iç kısmına girilir ve böylelikle görüntüler çok daha yakından ve detaylı bir şekilde alınır.</li> <li>EUS ile sindirim siteminden ve sindirim sistemine komşu organlardan kaynaklanan tümörlerden doku örneği alınabilir, kist vb. oluşumlar boşaltılabilir.</li> <li>EUS sindirim sistemindeki duvar katmanlarını ayrıntılı olarak gösterdiğinden sindirim sisteminde veya sindirim sistemine komşu organlarda oluşan tümörlerinin evrelenmesinde (tümörün büyüklüğü ve derinliği, lenf bezi ve komşu organ metastazı vb.) ve sindirim sisteminde epitel altında yerleşim gösteren lezyonların incelenmesinde kullanılır. </li> </ul> <h2><strong>EUS nasıl yapılır? </strong></h2> <p>EUS işlemi klasik endoskopiden farklı değildir. EUS hem üst (yemek borusu, mide ve onikiparmak bağırsağı) hem de alt sindirim sisteminde (kalın bağırsak) uygulanabilir. EUS de işlem öncesi hazırlık, işlem sonrasında dikkat edilecek hususlar ve işleme bağlı olası yan etkiler klasik endoskopide olduğundan farklı değildir. EUS normal endoskopiden daha uzun sürebilir. Ortalama 30 dakika süren işlem sırasında hastaya uyku verici ve ağrı kesici ilaçlar verilir. İşlem son derece konforlu bir şekilde gerçekleştirilir. EUS işlemi için hastaneye ayaktan gelen hastalar genellikle işlem sonrasında birkaç saat izlendikten sonra evlerine gönderilirler ve ertesi gün normal günlük yaşamlarına dönebilirler.</p> <h2><strong>Endoskopik ultrasonografi hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <ul> <li><strong>İşlem öncesi nelere dikkat edilmelidir?</strong></li> </ul> <p>Hasta konforlu bir şekilde İşlem öncesinde aspirin, kalp, yüksek tansiyon ve diyabet ilaçları gibi düzenli olarak kullanılan ilaçlardan ve mevcut hastalıklardan doktorun mutlaka haberdar edilmesi gerekir. İlaçlardan basılarının işlem öncesi kesilmesi gerekebilir.</p> <ul> <li><strong>İşlem sonraki süreç nasıldır?</strong></li> </ul> <p>EUS işlemi sonrası önerilen süre içinde hastanın hafif ve sulu yemekler yemesi önerilmektedir. Hasta 1-2 gün boyunca yanma ve batma oluşabilmekte, bu nedenle tuzlu su ile gargara yapılması önerilebilmektedir. İşlem sonrası şiddetli kusma, bulantı ve yüksek ateş gibi sorunlar ile karşılaşılırsa doktora başvurulması önerilmektedir.</p>
Kardiyak MR
<p>Kardiyak MR, girişimsel işleme gerek duyulmadan kalp hastalıklarının tipi ve özellikleri konusunda detaylı bilgi vererek hastalığa hızlı teşhis konulmasını ve doğru tedavi planlaması yapılmasını sağlayan oldukça etkin bir tanı yöntemidir. Yüksek kalite görüntü sağlarken radyasyon maruziyetine yol açmaması ile de tercih edilen güvenli yöntemler arasında yer almaktadır.</p> <h2><strong>Kardiyak MR </strong><strong>nedir? </strong></h2> <p>Kardiyak MR, radyo dalgaları, manyetik alan ve bilgisayar kullanılarak kalbin detaylı görüntülerinin alınmasını sağlayan ileri düzey bir kardiyovasküler görüntüleme metodudur.</p> <h2><strong>Kardiyak MR</strong><strong> hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>En sık kullanıldığı alanlardan biri kalp yetersizliğidir. Kalp yetersizliği derecesi, odacık ve kapaklarda yarattığı değişiklikler, kalp yetersizliğinin geri dönüşümlü olup olmaması konusunda ileri düzey bilgi sağlamaktadır. Bunun dışında yukarıda da belirtildiği gibi perikard (kalp zarı), doğumsal kalp hastalıkları, kapak hastalıkları, aort hastalıkları; koroner arter hastalığında kalp kasının etkilenme derecesi ve oksijenlenme bozukluğu olup olmadığı kardiyak MR’ın rahatlıkla yol göstereceği alanlardır.</p> <p>Kardiyak MR ayrıca çarpıntı, bayılma, baş dönmesi, ritim bozukluğu olan hastalarda, buna neden olabilecek bir odak veya anatomik, hemodinamik sebep olup olmadığının araştırılmasında da kullanılmaktadır. Doğuştan kalp hastalıklarının ve aort hastalıklarında ekokardiyografi ile görüntü kalitesi kötü olan ve tanı konamayan hastalarda radyasyon vermeden, acısız ağrısız şekilde tanı konulmasını sağlar ve takip ve tedavisi sürecinde yardımcı olur.</p> <h2><strong>Kardiyak MR</strong><strong> nasıl yapılır?/ Nasıl uygulanır? Kişiyi nasıl bir süreç bekler?</strong></h2> <p>Hastalardan öncelikle tıbbi hikayesi detaylı olarak alınıp; hastanın böbrek fonksiyonları, alerjik durumları, kalp pili, vücudunda herhangi bir metal olup olmadığı ve gebelik durumu konusunda ayrıntılı bilgi alınmaktadır. Çekim ve görüntü kalitesi tetkikin doğru bir şekilde yorumu için oldukça önemli olduğundan, çekim; işlemin oldukça titiz çalışılması gereken, ekstra özen isteyen bir kısmıdır. Hastaya öncelikle kontrast maddesinin ve diğer gerekebilecek ilaçların verilebilmesi için damar yolu açılır. Damar yolu açıldıktan sonra hasta konforlu ve geniş olan kardiyak MR makinesine alınır. Kardiyak MR, ortasında hasta yatağının girdiği bir tünel olan mıknatıs özelliğine sahip bir cihazdır. Hastanın göğsüne kalp atım hızını kaydeden elektrotlar yapıştırılmaktadır. Dışarıdan hastaya ses komutları ile nefes alıp vermesi söylenir. Her bir nefes tutma süresi genellikle 10 veya 20 saniye kadar sürebilmektedir. Bu süreç içerisinde hastanın nefes alıp verme komutlarına uyması ve hiç hareket etmemesi, görüntü kalitesi açısından oldukça önemlidir. Hasta ile öncesinde denemeler yapıp, bu kısmı doğru yaptığından emin olunur. Çekim yaklaşık 50-60 dakika sürmektedir ve herhangi bir ağrı, acı söz konusu değildir. Sonrasında da görüntüler detaylı olarak analiz edilerek hastalara raporları hızlıca teslim edilmektedir.</p> <h2><strong>Kardiyak MR hakkında sıkça sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Kardiyak MR</strong><strong> hangi hastalara uygulanmamalıdır?</strong></p> <p>Çekim, ciddi klostrofobisi yani kapalı alan korkusu olan ve cihaza girmeyi kabul etmeyen hastalara uygulanmamaktadır. Bunun yanında böbrek yetersizliği olan hastaların kan tahlillerinde üre, kreatinin değerleri belli bir düzeyin üstünde ise bu hastaların öncesinde hekimleri tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Genel MR kuralları kardiyak MR’da da geçerlidir. Eğer hastanın vücudunun herhangi bir yerinde metal protezi ya da MR ile uyumsuz bir pili varsa yapılması önerilmez. Eğer varsa kalp pillerinin ya da metal kapağın MR çekimlerine uyumlu olması gerekir. İşleme karar vermeden önce hastaya protez kapağı, pili ya da vücudunda başka herhangi bir bölgede metal protez olup olmadığı mutlaka sorulmalıdır. Ayrıca piercing gibi metallerin de çıkarılması gerekmektedir.</p> <p><strong>Kardiyak MR’da</strong><strong> hazırlık süreci var mıdır?</strong></p> <p>Özel bir hazırlık süreci olmamakla birlikte sadece kardiyak MR işleminde göğse takılan ve kalp ritmini kaydeden elektrotlar nedeniyle hastanın varsa göğsündeki kılları gelmeden önce tıraş etmesi, incelemenin başarısı açısından önem taşımaktadır. Bunun yanında işlem öncesi ilaçlar kullanılırken alerjik bir durum olursa hastanın bulantı-kusması ve aspire etme riskini minimuma indirmek için 4-5 saatlik açlık gerekmektedir. Ayrıca aksi söylenmedikçe kullanılan ilaçlar incelemenin yapılacağı güne kadar kullanılmaya devam edilebilir. Kalple ilgili daha önceden yapılmış tüm inceleme sonuçları ve raporları da işleme gelmeden önce getirmek hastanın daha bütüncül incelenmesi açısından fayda sağlayacaktır.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR</strong><strong>’dan sonra dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?</strong></p> <p>İşlemden sonra dikkat edilmesi gereken herhangi bir durum yoktur. Hasta işlemin ardından hemen günlük hayata devam edilir.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’ın</strong><strong> avantajları nelerdir?</strong></p> <ul> <li>Diğer kardiyak görüntüleme metotları olan ekokardiyografi ve kalp tomografisinden farklı olarak, doku düzeyinde detaylı bilgi vermesi bu yöntemi ayrıcalıklı kılan en önemli özelliğidir. Kalp kasının dokusu konusunda bu şekilde değerlendirme yapabilen başka bir tanı yöntemi mevcut değildir. Örneğin, kalp yetersizliği olan bir hastaya ekokardiyografi yapıldığında sadece kalp yetersizliğinin varlığı ve derecesi tespit edilmektedir. Ancak kardiyak MR çekildiğinde kalp yetersizliğinin sebebinin ne olduğu konusunda da oldukça önemli bilgiler elde edilmektedir. Kalp yetersizliğine; koroner arter hastalığının mı, doğuştan gelen genetik bir kalp yetersizliği çeşidinin mi, yoksa kalpte enfeksiyona bağlı iltihabi bir sürecin mi sebep olduğu sorusunu en iyi cevaplayabilecek kardiyak görüntüleme metodu kardiyak MR’dır. Bu sayede hastaların tanı ve tedavi süreci hızlanarak, hastalığın seyrine büyük bir katkı sağlanmaktadır.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Bütün bunları sağlarken, hastaların radyasyon maruziyetine sebep olmaması ise bu tekniğin oldukça önemli bir özelliğidir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Hastaların tanı ve tedavisinin yanında, tedavi sürecine başlandıktan sonra hastaların takibi de önemlidir. Örneğin bir hastanın bypass ameliyatı öncesi kardiyak MR ile değerlendirmesi yapıldığında ameliyat sonrası iyileşebilecek doku miktarı öngörülebilmektedir. Takipte detaylı ölçümler yapabilmek ve doku bazında değerlendirme yapabilmek için kardiyak MR kullanılabilir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Kemoterapi hastalarında bazı ilaçlar kalbin dokusunda toksik etki yapabilmektedir. Özellikle ekokardiyografik görüntü kalitesi iyi olmayan hasta gruplarında, kalp fonksiyonları detaylı olarak MR ile takip edilebilmektedir. Ayrıca radyasyon da olmadığı için kanser hastaları için de ayrıca büyük bir önem teşkil etmektedir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Kalp kası iltihabı(miyokardit) tedavisi sonrası veya kalp krizi sonrası kalıcı bir hasar kalıp kalmadığı da kardiyak MR ile araştırılabilmektedir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Bazı romatolojik hastalıklara bağlı olarak kalp kası da etkilenebilmektedir. Kalpte tutulum varsa, kalp yetersizliğinin bu hastalıklara bağlı olduğu düşünülüyorsa tedavi tamamen değişebilmektedir. Bu nedenle, romatolojik hastalıklarda kalpte tutulum olup olmadığı konusunda da kardiyak MR oldukça yol göstericidir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Kardiyak MR’ın görüntü kalitesi ekokardiyografiye göre çok daha üstündür. Kalbin volümü, kasılma gücü ve tüm anatomisi ile ilgili detaylı analiz yapılabilir. Özellikle sağ karıncığın farklı, zor, huni şeklinde bir anatomisi vardır ve sağ karıncığın detaylı değerlendirmesi ekokardiyografiyle zor olurken, kardiyak MR ile detaylı olarak hem hacim hem fonksiyon değerlendirmesi kolayca yapılabilmektedir. Kardiyak MR aritmojenik sağ ventrikül displazisi (ARVD) denilen ve hayatı tehdit yaratabilen ritim bozuklukları ile gidebilen kalp hastalığında kılavuzlarda geçen tanı kriterlerinden biridir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Hipertrofik kardiyomiyopati gibi kalp kasının kalınlaşması ile giden ve genetik kökenli bazı hastalıklarda, kalp kasındaki bağ doku değişimi olası ritim bozukluğu ile ilgili ileri düzey bilgi verdiğinden, bu hastalarda yapılması mutlaka gerekmektedir. Ayrıca bu hastalık, ‘otozomal dominant’ dediğimiz genetik geçiş şekline sahip olduğundan, aile bireylerinin ekokardiyografi ile değerlendirmesi yapıldığında arada kalınan durumlar ya da erken evre hastalık şüphesi var ise, detaylı değerlendirme ve yine doku bazında değerlendirme için aile bireylerine kardiyak MR ile kontrol yapılması düşünülebilir.</li> <li>Kalp içi kitle değerlendirmesinde, kitlenin ne çeşit bir kitle olduğu, yayılımı hakkında detaylı bilgi sağlamaktadır.</li> <li>Konjenital(doğumsal) kalp hastalıklarında hem anatomi, hem hacim, hem de hemodinamik açıdan ileri düzey bilgi sağladığından, oldukça sık kullanılmaktadır. Hastaların ameliyat şekline karar verme ve sonrasındaki rutin takiplerinde yine radyasyonsuz olması, hemodinamik değerlendirme olanağı olması ve detaylı görüntüler alınabilmesi açısından tercih edilen bir tanı yöntemidir.</li> </ul> <p> </p> <p> </p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’ın s</strong><strong>üresi ne kadar?</strong></p> <p>Yaklaşık 50-60 dakika sürmektedir.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’ın b</strong><strong>öbreklere zararı var mı?</strong></p> <p>Eğer hastanın böbrek fonksiyonları bozuksa öncesinde hidrasyon(damardan serum verilmesi işlemi) yapılır ya da buna yönelik bazı önlemler alınır. Eğer çok ciddi bir böbrek sorunu varsa süreç nefrolojiyle birlikte yürütülmektedir. Böbrek sorunları olanların kardiyak MR öncesi mutlaka hekime bunu bildirmesi gerekir. Kardiyak MR öncesi rutin olarak kreatinin değerine zaten bakılır. Eğer hastanın yakın zamanda kreatinin değeri varsa yeniden istenmez. Ancak yakın zamanda yoksa yeniden kanda kreatinine bakılmaktadır.</p> <p> </p> <p><strong>Herhangi bir yan etkisi var mı?</strong></p> <p>Yukarıda da bahsedildiği gibi, işlem sırasında verilecek kontrast maddeye alerji ihtimali ve bazı böbrek hastalarında dikkat edilmezse ve önlem alınmazsa böbrek hastalığın ilerlemesi dışında, kardiyak MR’ın hiçbir yan etkisi bulunmamaktadır.</p> <p> </p> <p><strong>Rutin olarak check up programında çektirilir mi?</strong></p> <p>Eğer hastada herhangi bir endikasyon yoksa rutin olarak çektirmeye gerek yoktur. Ancak hastanın kalp yetersizliği, kapak hastalığı, doğumsal kalp hastalığı, aort genişlemesi gibi takip gerektiren bir hastalığı varsa, bu hastaların kardiyak MR ile takibi ve değerlendirilmesi önerilebilir. Özellikle aort genişlemesi olan ve bazı yıllık/2 yılda bir yakın takip gereken hastalarda, takibin bilgisayarlı tomografi yerine kardiyak MR ile yapılması radyasyon maruziyetini ortadan kaldıracaktır.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’da k</strong><strong>ontrast madde veriliyor mu?</strong></p> <p>Kardiyak MR’da kontrast madde<strong> </strong>verilmektedir. Kardiyak MR’da geç ya da erken gadolinyum tutulumu adı verilen durumlar vardır. Erken tutulumda kalbin içinde herhangi bir pıhtı ya da mikrovasküler obstrüksiyon adı verilen sorun olup olmadığına bakılır. Geç gadolinyum fazında ise kalbin miyokard adı verilen kas dokusu içerisinde bir bağ dokusu değişikliği olup olmadığını görmek için kontrast verilmesi şarttır. Kontrast madde verilmezse kalp kasındaki bağ doku değişimi, ölü kalp hücrelerinin lokalizasyonunu ya da miktarının görülmesi mümkün olmamaktadır.</p>
PET/CT
<p>Kanserli dokuların belirlenmesi, tedavi planlaması ve sürecin değerlendirilmesi için kanserle savaşta başarıyı artıran bir yöntem olan PET/ CT, pek çok hastanın sağlıklı bir yaşama kavuşması en önemli teknolojilerden biri olarak kabul ediliyor. </p> <h2><strong>PET/CT nedir?</strong></h2> <p>Pozitron emisyon tomografisi (PET-CT) teknolojisi, bilgisayarlı tomografi (CT) ile birleştirilerek, birçok hastalığın teşhisine olanak sağlayan önemli teknoloji tıbbi görüntüleme yöntemidir. PET/CT çok büyük bir oranda kanserin tanı ve evrelemesinde kullanılmaktadır. Bunun yanında nedeni bilinmeyen ateş gibi “tanı konulamayan hastalıkların” teşhisi, enfeksiyon odaklarının bulunması, kalp hastalarında canlı dokunun tespiti ile Alzheimer ve demansın ayrımında da etkinliğinden yararlanılmaktadır. Özellikle kanserin ilk teşhisi, evrelenmesi, yaygınlığının belirlenmesi ve doğru bir tedavi planı çıkarılması için tüm aşamalar PET/CT cihazı ile gerçekleştirilmektedir. PET/CT ile kanser tedavisinin yol haritası çıkarılarak hastalıkla mücadeleye önemli katkı sağlamaktadır.</p> <p>Memorial Şişli Hastanesi, Memorial Bahçelievler Hastanesi, Memorial Ankara Hastanesi, Memorial Diyarbakır Hastanesi ve Memorial Sağlık Grubu Medstar Antalya Hastanesi'nde bulunmaktadır.</p> <h2><strong>PET/CT uygulama alanları nelerdir?</strong></h2> <p>Kanser tedavisine yön veren PET/CT, tanı ve tedavinin şu aşamalarında kullanılmaktadır;</p> <ul> <li>Kanser şüphesi olan dokunun metabolizmasını belirler. </li> <li>Çeşitli görüntüleme yöntemleri ile tespit edilmiş kitlelerin kanser metabolizması gösterip göstermediğini ortaya çıkarır. Kitlede PET/CT pozitif ise bu kitle fazla miktarda glikoz tüketiyordur ve kanser olma ihtimali fazladır.</li> <li>Kanser kuşkusu olan dokunun doğru ve hastaya en az rahatsızlık verecek bölgeden biyopsi alınmasında konusunda yönlendiricidir. Kanserli doku kontrolsüz çoğalma nedeniyle kendi yapısında da hasar oluşturabilir. Hasarlı alandan alınacak doku parçalarından teşhis için yeterli hücre elde edilemeyebilir, PET/CT canlı hücrelerin yoğunlaştığı alanları gösterir ve biyopsiye rehber olur</li> <li>Tanıya en hızlı yoldan ulaşmada yol göstericidir.</li> </ul> <h2><strong>PET/CT fark yaratan özellikleri nelerdir?</strong></h2> <ul> <li><strong>Kanser yaygınlığının değerlendirilmesi: </strong>PET/CT teknolojisi, kanser tanısı konulduktan sonra ilk aşamada hastalık yaygınlığını değerlendirme (evrelendirme) amacıyla birçok kanser türünde başarı ile kullanılmaktadır. Vücuda yayılmış (metastaz) hastalığı olanlarda bölgesel tedavilerin yapılması konusunda yönlendirici olmaktadır.</li> <li><strong>Tedavi yaklaşımının belirlenmesi: </strong>Bu tetkik sonrasında ortalama olarak üç hastadan birinde tedavi yaklaşımı değişmektedir. Bazen ağır bir cerrahi uygulama yerine ilaç tedavisi yapılabilmekte ve operasyona gerek kalmayabilmektedir. Bazı durumlarda ise PET/CT uzak yayılımları olduğu düşünülen hastada yayılım olmadığını göstererek ilaç tedavi kararı yerine ameliyatla kanserli dokunun çıkarılması kararına olanak sağlamaktadır.</li> <li><strong>Kanser ilacının yararının erken saptanması:</strong> Kanser ilaçları yan etkileri önemsenmesi gereken ilaçlardır. Uygun ilacın kullanılması hem yan etkileri önlemekte hem de kanserli dokuya doğru ilaç ve erken müdahaleyle hastalığın engellenmesi sağlayabilmektedir. Tedavinin 1 veya 2. kürü sonrasında PET/CT ile yapılacak değerlendirme ilacın ne kadar yararlı olabileceği konusunda erken dönemde bilgi vermektedir. Böylece ilaç erkenden değiştirilerek yeni bir ilaç tedavisine başlanabilmektedir.</li> <li><strong>Tedavi yanıtının belirlenmesi:</strong> PET/CT ile kanser ilacına yanıt hem yapısal değişimler hem de hücresel aktivite şiddeti sayısal olarak ölçülerek değerlendirilebilmektedir. Tedavi tamamlandıktan sonra canlı kanser hücresinin varlığının araştırılması ile tedavi etkinliği belirlenebilmektedir. PET/CT tedaviye yanıtı en erken gösteren görüntüleme sistemidir.</li> <li><strong>Işın tedavi planının yapılması:</strong> Radyoterapi ya da ışın tedavisinde radyasyon verilecek canlı tümör hücresi alanları PET/CT ile haritalanarak, doğru ve etkili tedavi şansı artmaktadır. Bununla birlikte sağlıklı dokulara ışın verilmesi engellenmektedir.</li> <li><strong>Tekrarlayan hastalığın erken saptanması:</strong> Tedavi kürleri tamamlandıktan sonra hastalar ultrason ve tomografi gibi yöntemler ve kan tahlilleri ile takip edilir. Bu yöntemlerde kuşkulu durum oluştuğu takdirde canlı kanser hücrelerinin yeniden ortaya çıkıp çıkmadığı ve yaygınlığı PET/CT yöntemi ile saptanır.</li> </ul> <h2><strong>PET/CT işlemi nasıl yapılır?</strong></h2> <p>PET/CT işlemi için hastadan en az 6 saat açlık gerekmektedir. İlk olarak hastanın kan şekeri ölçülür. Kan şekeri istenilen sınırlarda ise damardan radyoaktif madde enjekte edilir. Radyoaktif maddeler çeşitli olmakla birlikte en fazla kullanılanı F-18 Florodeoksiglikoz dur. Bu madde Flor-18 isimi radyoaktif maddeye bağlanmış bir şeker molekülüdür. Enjeksiyonu takiben hasta bir saat kadar ilacın kanserli dokuda yeterli miktarda tutulması için bekletilir. Ardından PET/CT cihazında çekime alınır. PET/CT’de kullanılan diğer maddeler, kemikleri görüntülemek için F-18 NaF, prostat kanserlerinin yayılımının araştırılmasında Ga-68 PSMA, nöroendokrin tümörlerin araştırılmasında kullanılan Ga-68 DOTA-TATE’tir. Bunların dışında rutinde pek kullanılmayan birçok radyofarmasotik de bulunmaktadır.</p> <p>PET/CT kanserli dokunun saptanmasından tedavi planının yapılmasına, tedavi başarısının değerlendirilmesinden ışın tedavisinin planlanmasına kadar birçok aşamada kanserle mücadelede başarıyı artırabilmektedir.</p> <h2><strong>Sıkça sorulan sorular</strong></h2> <ul> <li><strong>PET/CT ne demek?</strong></li> </ul> <p>Kanserli hücrelerin normal hücrelerden en önemli farkı, hızlı ve kontrolsüz çoğalmalarıdır. Yüksek faaliyet gösteren hücrelerin enerji ihtiyaçları da normalden fazladır. Kanserli hücrelerin bu süreçte kullandığı şeker, protein ve bazı özel yapı taşları gibi maddeler radyoaktif olarak işaretlenip görüntülendiğinde, kanserli dokuların yeri saptanabilmektedir. PET/CT cihazı bu mantık temelinde çalışır.</p> <ul> <li><strong>PET/CT ne için çekilir?</strong></li> </ul> <p>Çok büyük bir oranda kanserin tanı ve evrelemesinde en ileri teknoloji tıbbi görüntüleme yöntemidir.</p> <ul> <li><strong>PET/CT ne kadar sürer?</strong></li> </ul> <p>Çekilecek bölgeye göre değişmekle birlikte ortalama 20-25 dakika sürmektedir.</p>
Kalp Tomografisi-Koroner BT Anjiyografi
<p>Halk arasında ‘sanal anjiyografi’ olarak da bilinen koroner BT anjiyografi yöntemiyle hastanın damarlarındaki kalsiyum yani kireçlenme düzeylerine bakılabilir ve bunların neden olduğu darlıklar net olarak değerlendirilebilir. Kalsiyum skoru oldukça önemli bir belirteç olmakla birlikte, koroner arter hastalığının ciddiyeti ile direkt bağlantılı değildir. Bazen damarlarda kalsiyum olmasına rağmen ciddi darlık olmazken, kalsiyum skoru sıfır olan yani damarlarında hiç kireç olmayan hastalarda da yumuşak plak adı verilen plaklar olabilir, hatta bu plaklar ciddi darlığa da neden olabilir.</p> <h2><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi nedir?</strong></h2> <p>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi, özellikle koroner arterler ile ilgili olmak üzere kalbin anatomik bozukluklarının değerlendirilmesinde ve pek çok kalp hastalığının tedavi planlamasında yol gösterici olarak uygulanan, kontrast madde kullanılarak çekilen tomografik bir görüntüleme metodudur.</p> <h2><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi uygulama alanları nelerdir? Hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi, </strong>koroner arter hastalığı, kalp zarı hastalıkları, doğumsal (konjenital) kalp hastalıkları, kalp kitleleri, kapak ve protez kapak hastalıkları gibi birçok kalp hastalığının tedavisi için yol gösterici olmaktadır.</p> <h2><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi fark yaratan özellikleri/avantajları nelerdir?</strong></h2> <p>Koroner BT anjiyografi ile<strong> </strong>başarılı bir çekim gerçekleştirildiğinde neredeyse anjiyodaki gibi üst düzeyde bilgi veren bir görüntü elde edilebilir. Hatta anjiyoda hastanın sadece damarlarının içi görülürken, Koroner BT anjiyografide hastanın damar duvarı da görülebilmektedir. Böylece damarlardaki plakların yapısı analiz edilebilir. Plak içeriği analizi önemlidir, çünkü plak yaygınlığı ve karakteri hastanın yüksek riskli gruba girip girmediği konusunda da bilgi verir. Tüm bu değerlendirmelere göre hastanın tedavisi planlanır. Hastalar bazen yüksek riskli olduğu halde efor testi normal çıkabilir. Bu nedenle eğer hasta hekimi tarafından riskli grupta görülüyorsa Koroner BT anjiyo önerilir ve bazen kritik darlıklar bu tetkikte ortaya çıkabilir. Damarda darlıkların kritik bir duruma işaret etmediği, orta ya da hafif düzeyde plakların görüldüğü hastalara da ilaç tedavisi başlanır ya da mevcut ilaç tedavisi düzenlenir. Bunlara ek olarak mevcut bir kalp hastalığı olan hastalarda da rahatsızlığın seyrini ve ek problemler olup olmadığını görmek için de Koroner BT anjiyo yapılmaktadır. Çok küçük çaplı stentleri olan hastalarda Koroner BT anjiyo önerilmez. Stent boyutları uygunsa stent içi daralma olup olmadığı da Koroner BT anjiyo ile kontrol edilebilir.</p> <p>Koroner BT anjiyografi, bazen tam tıkalı olan damarlarda kalsiyum miktarını ölçmek, işlem sırasında kullanılacak tellerin geçişlerini planlamak ve tedavi stratejisini belirlemek için de kullanılmaktadır. Koroner BT anjiyo zor işlemler sırasında kılavuzluk etmesi açısından da önem taşımaktadır. Ayrıca yalnızca 5-6 dakika sürmekle beraber hastanın bilgilendirilmesi, damar yolunun açılması, gerekli ilaçların verilmesi ve işlemin yapılması gibi aşamalarla birlikte toplam 40 dakika kadar kısa bir süre almaktadır.</p> <p>Koroner BT anjiyonun avantajları şöyle sıralanmaktadır:</p> <ol> <li>Görüntü kalitesi çok yüksektir.</li> <li>Koroner arter hastalığında yüksek çözünürlüklü görüntü verdiği için çok sık tercih edilmektedir. Komplike ve basit doğumsal kalp hastalıklarında, anatomi ve damarsal bağlantılar konusunda da ileri düzeyde bilgi vermektedir</li> <li>Çekim için 5-7 dakika gibi kısa bir süre yeterli olduğu ve MR’daki gibi gürültü sorunu söz konusu olmadığı için hastalara rahatsızlık vermemektedir.</li> <li>İşlem sırasında ve sonrasında ağrı olmaz. </li> <li>Stent işlemi ya da bypass ameliyatı geçirmiş kişilerde veya daha önce koroner arter hastalığı olduğu bilinmeyen hasta grubunda güvenle uygulanabilir. Koroner anatomi ve darlık düzeyleri ile ilgili detaylı bilgi alınabilmektedir. </li> </ol> <h2><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi süreci nasıldır?</strong></h2> <p>Hastaya işlemle ilgili bilgi verildikten sonra, bir onam formu doldurması istenir. Ardından hastanın yakın zamanda yaptırdığı bir kreatinin değeri ölçümü yoksa işlem günü hastadan kan alınarak kreatinin değerine bakılmaktadır. İşlem esnasında kontrast madde verileceği için kreatinin değeri önemlidir.</p> <p>Hastanın damar yolu açılır, tomografi cihazının içindeki sedyeye yatırılır. Gerekiyorsa damar yolundan kalp hızını ayarlamak için ilaçlar verilir. Hastaya nefes komutları anlatılır. Çünkü hasta nefesini düzgün almaz ve görüntü sabitlenemezse ‘artefakt’ adı verilen çekim kalitesini düşüren durumlar oluşabilir. Böyle bir durumda işlemin geçerliliği kalmaz çünkü koroner arter yapıları çok ince yapılardır ve görüntüde oluşacak bir bozukluk doktoru yanıltabilir. Bu nedenle nefes komutları için önceden pratik yapılır ve nefes tutma ile kalp hızının ne kadar düştüğüne bakılır. Bununla birlikte verilen kontrast maddeye bağlı hastanın vücudunda sıcaklık, idrar kaçırma hissi, ağzında metalik tat olabilir. İşlem sırasında panik yapıp kalp hızı artmasın diye hastaya önceden bunların bilgisi de verilir. Hasta bunları önceden bilirse genelde bir sıkıntı yaşanmaz. Kalp tomografisi süreci çok kısa olduğu için klostrofobisi olan hastalar için dahi bir sorun olmamaktadır.</p> <p>Tomografide önemli bir diğer konu da hastanın kalp hızıdır. İşlem öncesinde kullanmakta olduğu ilaçlar sayesinde ya da o gün damardan verilen ilaçlarla kalp hızının 60 civarında olması istenmektedir. Aksi takdirde yine artefakt adı verilen görüntü kalitesini bozan durumlarla karşı karşıya kalınabilir.</p> <p>Bütün bunların yanında hastanın öncesinde aldığı ilaçlar detaylı sorgulanmalıdır. Özellikle işlemden önce cinsel gücü artırıcı bazı ilaçları kullanıp kullanmadığı kesinlikle bilinmelidir. Eğer hastanın bu grup ilaçları yakın zamanda kullanma öyküsü varsa işlemin yapılıp yapılmayacağına doktorları tarafından karar verilir. Çünkü bu ilaçların ve işlem sırasında hastaya verilecek dilaltı spreyin eş zamanlı kullanılması durumunda kan basıncı ciddi anlamda düşebilmektedir. Bu da hayati risk oluşturabilir. Bu nedenle cinsel gücü artırıcı ilaç kullanan hastaların öncesinde bilgi vermesi oldukça önemlidir.</p> <h2><strong>Kalp tomografisi hakkında sıkça sorulan sorular</strong></h2> <h2><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi dezavantajları nelerdir?</strong></h2> <p>Bu konu ile ilgili olarak dikkat edilmesi gereken 2 önemli nokta bulunmaktadır. Kalp tomografisi radyasyon içermektedir ve böbrek yetersizliği olan hasta grubunda kontrast madde tehlikeli olabilir. Merkezimizde hastalarımızın vücut yüzey alanına, vücut yapısına göre ve damalarındaki kireçlenme derecelerine göre olabilecek minimum düzeyde radyasyon alınmasını sağlayacak teknikler uygulanmaktadır. Kontrast madde miktarı da hastanın özellikleri göz önünde bulundurularak minimum düzeyde tutulmaktadır.</p> <p><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi hangi hastalara uygulanmamalıdır?</strong></p> <p>İşlemde kontrast madde kullanıldığından kronik böbrek yetersizliği olan hastalarda mutlaka hastanın hekimi ve Nefroloji tarafından ön değerlendirme yapılarak işleme karar verilmelidir. Küçük çaplı stentleri olan hastalarda da koroner BT anjiyo optimal sonuç vermeyecektir. Radyasyon almaması tercih edilen kanser hastaları için eğer tomografi gerekiyorsa minimum radyasyon dozunu alması konusunda temkinli davranılarak çekim gerçekleştirilir. Bunun dışında işlem tüm hastalara uygulanabilir.</p> <p><strong>Kalp tomografisi/Koroner BT anjiyografi sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?</strong></p> <p>Böbrekleriyle alakalı sorun olan bir hastada ise işlemden önce ve sonra bir süre sıvı verilmesi gerekebilir. İşlemden sonra kalp yetersizliği tespit edilmeyen hastalardan mutlaka 2-2.5 litre su içmeleri istenir. Bu uygulama kontrast maddenin vücuttan kolaylıkla atılmasını sağlar. İşlem bittikten sonra hastaların birden ayağa kalkmaması gerekir. Önce bir süre oturmaları sağlanır, nabız ve tansiyon kontrol edilir. Baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü gibi durumlarda gerekli müdahale için hasta takip altında tutulur. Ardından raporlama süreci 1-2 günü bulabilmektedir.</p> <p><strong>Kalp tomografisi sonrası hamile ya da küçük çocukların yanında durulabiliyor mu?</strong></p> <p>Kalp tomografisi Nükleer Tıp’ta yapılan işlemlerde olduğu gibi radyoaktif bir madde içermediği için işlem sonrasında herhangi bir şeye dikkat etmeye gerek yoktur.</p> <p><strong>Kalp tomografisi işleminde herhangi bir ağrı olur mu?</strong></p> <p>Hayır, hiçbir ağrı hissedilmemektedir.</p> <p><strong>Kalp tomografisinde alerji olma riski var mı?</strong></p> <p>İşlemde verilen kontrast maddeye bağlı olarak alerji gelişebileceği için hastadan uygulama öncesi alerji öyküsü detaylı olarak alınmaktadır. Alerji olması durumunda koruyucu ilaçlar verildikten sonra işlem yapılır ve hasta işlem sonrası daha uzun süre gözetim altında tutulur. Anafilaksi gibi ciddi alerjik hikayesi olan hastalarda ise Alerji Bölümü’ne konsülte edilip öncesinde alınabilecek önlemler tartışılmaktadır.</p>
Tanı ve Testler
Likit Biyopsi
<p>Son yıllarda teknolojik ilerlemelerle birlikte kanserin erken tanı ve tedavisinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Bunların en önemlilerinden biri de likit biyopsi olarak gösteriliyor. Cerrahi müdahale olmadan sadece koldan alınan kan üzerinde yapılan çalışma sayesinde her hastanın kendine özgü tümör hücrelerinde oluşan genetik değişiklikler tespit ediliyor ve ortaya çıkan tablo tümör takibi ve tedavi planlanmasında gerekli yol haritasını belirliyor. Tüm kanser türlerinde etkin olarak kullanılmaya başlanan likit biyopsi, akciğer kanseri ile mücadelede etkin tarama, erken tanı ve doğru tedavi planlaması büyük önem taşıyor. Hedefe yönelik tedavinin yürütülerek hastalığın kontrol altında tutulması için tümöre özel moleküler profilin belirlenmesi gerekiyor. Akciğer kanserine dönüşebilen akciğer nodüllerinin de erken dönemde tespit edilmesini sağlayan likit biyopsi tedavi başarısında anahtar rol oynuyor.</p> <h2><strong>Likit Biyopsi Nedir?</strong></h2> <p>Likit biyopsi vücuttaki tümör hücreleri ya da bunlardan kopan hücre parçacıkları, DNA ve RNA’yı kan dolaşımında tespit etmeye yönelik yapılan bir testtir. Cerrahi bir müdahale gerektirmez. Sadece koldan alınan 10 ml kan ile işlem yapılır. Her kişinin kendine özgü tümör hücrelerinde oluşan genetik değişiklikler en son uygulanan teknolojik işlemler ile tespit edilir. Tespit edilen bu değişiklikler tümörün takibinde ve tedavi planlanmasında çok önemlidir ve yol göstericidir. Likit biyopsinin çok farklı türleri vardır. Merkezimizdeki konsey toplantılarında her hastanın durumu değerlendirildikten sonra bilimsel gelişmelere göre en uygun seçim yapıldıktan sonra sonuçlar her hastaya özel olarak değerlendirilir.</p> <h2><strong>Likit Biyopsi Hangi Hastalıklarda Yapılır?</strong></h2> <p>Her kanser türünde kullanılmaya başlanan likit biyopsi aşağıdaki kanser türlerinde daha sık kullanılıyor.</p> <ul> <li>Akciğer kanseri</li> <li>Meme kanseri</li> <li>Kolon kanseri</li> <li>Mide kanseri</li> <li>Karaciğer kanseri</li> <li>Prostat kanseri</li> <li>Melonom kanseri</li> <li>Pankreas kanseri</li> </ul> <h2><strong>Neden likit biyopsi yapılır?</strong></h2> <p><strong>Teşhis Amaçlı:</strong> Vücutta tümör varlığının erken teşhisi için likit biyopsi yapılabilir. Bu amaçla</p> <ul> <li>Hastalıkların taranmasında</li> <li>Konfirmasyon ve tedavi seçiminde</li> </ul> <p><strong>Takip Amaçlı:</strong>Herhangi bir kanser tanısı almış olan bireylerin takibi için likit biyopsi yapılabilir. Bu amaçla</p> <ul> <li>Tedaviye yanıt ve ilaç direncinin tesbitinde</li> <li>Cerrahi tedavi ya da tekrarlama sonrası tümör hücrelerinin varlığının (MRD) tesbitinde likit biyopsi yol göstericidir.</li> </ul> <p><strong>Risk ve fayda analizi:</strong>Likit biyopsi tümör dokusundan parça alınarak yapılan klasik biyopsinin yerine geçmez. Ancak invaziv bir işlem gerektirmemesi ve tümördeki genomik değişikliklerin analizine imkan vermesi açısından değerlidir. Bu alandaki teknoloji ilerledikçe kullanımı yaygınlaşacak ve ulaşımı daha da kolaylaşacaktır.</p> <h2><strong>Ne zaman likit biyopsi yapılabilir?</strong></h2> <p>Kanser belirtileri ve şüphesi taşıyan hastalara tanı koymak için likit biyopsi yapılabilir. Takip ve tedavi amacıyla tedaviden önce, tedavi sırasında da yapılabilir. Ayrıca hastanın tedavi sonrası hastalığının takibi için yıllık veya dönemlik kontrollerde likit biyopsi yapılabilir.</p> <h2><strong>Likit biyopsinin avantajları nelerdir?</strong></h2> <ul> <li>İnvaziv bir işlem gerektirmez. Sadece damardan kan alma işlemi yapılır.</li> <li>Tümörden biyopsi yapılma imkanı bulunmayan hastalara yapılabilir.</li> <li>Tedavi planlamasında destek olma amacı ile yapılabilir.</li> <li>Tümördeki genomik değişikliklerin genel bir analizine imkan verir. Tümör içindeki farklı değişikliklerin hepsinin incelenmesine olanak verir.</li> <li>Seriler halinde tedavi sırasında da yapılarak tedaviye yanıtı ve direnç oluşup olmadığı hakkında bilgi verir. Klasik biyopsi ise genellikle sadece tedaviden önce yapılır.</li> <li>Doku formalinle muamele edilmediği için teknik olarak kısıtlama olmadan DNA nın dizilenmesine imkan verir.</li> </ul> <h2><strong>Likit biyopsinin dezavantajları nelerdir?</strong></h2> <ul> <li>Tümör içinde bulunan bazı markörleri saptayamayabilir.</li> <li>Testlerin duyarlılığı ve özgüllüğü yapılan tekniğe göre değişkenlik içerir</li> <li>Likit biyopsinin teknik olarak çok çeşitleri vardır. Henüz tüm dünyada bu konuda bir konsensüs oluşmamıştır. Bu nedenle doğru ve güvenilir sonuç almak için tecrübeli merkezlerle iletişime geçilmesi önemlidir.</li> </ul> <h2><strong>Likit biyopsi ile ilgili sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Likit biyopsi nasıl yapılır?</strong></p> <p>Likit biyopsi cerrahi bir işlem gerektirmeden hastanenin kan alınan herhangi bir biriminde hastanın kolundan 10 ml kan alınarak laboratuvar ortamında yapılan bir işlemdir.</p> <p><strong>Likit biyopsi için ne tür hazırlar yapılmalı?</strong></p> <p>Likit biyopsi işlemi kandan yapılan bir işlemdir. Bu nedenle hastanın kan vermek için herhangi bir hazırlık yapması gerekmiyor. Hasta aç ya da tok karnına günün herhangi bir saatinde kan verebilir. </p> <p><strong>Likit biyopsi sonucu ne kadar zamanda çıkar?</strong></p> <p>Likit biyopsi sonucunun erken mi geç mi çıkacağı bakılması gereken gen sayısı ve yapılan işleme göre değişir. Tek gene bakılacak ve ya az bir işlem yapılacaksa sonuç 2 günde çıkabilir. Ancak birden fazla gene bıkılacak ve yapılacak işlem sayısı fazlayla sonuç 2 -3 haftayı bulabilir.</p> <p><strong>Likit biyopsi kesin sonuç verir mi?</strong></p> <p>Teknolojinin gelişmesi ile uygulanmaya başlanan likit biyopsi sonuçları kesine yakın doğru çıkar, bu nedenle tüm kanser çeşitlerine erken teşhis konulabilir.</p> <p><strong>Likit biyopsiyi hangi doktor isteyebilir?</strong></p> <p>Başta tıbbi onkoloji uzmanları olmak üzere her bölümün kanser ile ilgili bölümleri ve hastasındaki belirtilerin kanser olduğunu düşünen her doktor likit biyopsi yapılmasını uygun bulabilir.</p>
Gıda İntoleransı Testi
<p>Son yıllarda iyi yaşam” kavramı ile birlikte vücudumuzun hangi gıdaya olumsuz tepki verdiğini belirleyen gıda intoleransı testleri oldukça öne çıkıyor. Bu testler sayesinde metabolizmamızı kötü etkileyen; hastalıklara, fazla kilolara ve geçmeyen yorgunluğa yol açan gıdalar listelenerek sağlıklı bir yaşam için yol haritası çiziliyor. <strong>Medroyal (Memorial Merkez Laboratuvarı) Direktörü Doç. Dr. Nilgün Tekkeşin, Memorial Wellness’ta da uygulanan gıda intoleransı testlerine yönelik bilgi verdi. </strong></p> <p><strong>Memorial Wellnes’ta yaptırmak istediğiniz gıda intoleransı testi için <a href="https://www.memorial-wellness.com/saglik-rehberi/gida-intolerans-testi.html">tıklayın.</a></strong></p> <p>Vücudun savunma sistemi, kan dola­şımına giren tüm yabancı cisimlere karşı bağışıklık reaksiyonu göstermektedir. Kandaki yabancı maddeleri etkisiz hale getiren proteinleri (immunoglobülinler, antikorlar) üretir. Yüksek geçirgenliğe sahip olan sorunlu bir bağırsak (geçirgen bağırsak sendromu) veya zayıf bir bağışıklık (immün) sistemi tüketilen besinlerin yabancı cisim gibi algılanmasına neden olabilmektedir. Genetik yatkınlıklar, işlenmiş gıdalar, olumsuz beslenme alışkanlıkları ve anne sütünden yeteri kadar faydalanamama gıda intoleransı sebepleri arasında yer almaktadır.</p> <h2><strong>Gıda İntolerans Testi Nedir?</strong></h2> <p>Gıda intolerans testleri, çok sayıda farklı besine karşı verilen immünolojik reaksiyonları incelemektedir. İlgili gıdanın tespitinin yapılmasıyla hangi besinlerin vücudu zorlayarak patolojik sorunlara sebep olduğunu ve hangilerinin bağışıklık reaksiyonuna yol açtığını gösterir. Bağışıklık sistemi, hastalığa yol açan mikropları etkisiz hale getirme işlevine sahiptir. Bedenin reaksiyon verdiği bu besinlerden kaçınılması ile bağırsaktaki toksinlerin boşaltmasına olanak sağlanır ve böylece beden iyileşebilir.</p> <h2><strong>Gıda İntoleransına Ne Sebep Olur?</strong></h2> <p>Gıda intoleransının ortaya çıkması çeşitli sebeplere bağlı olup, bunların bir kısmı henüz tamamen araştırılma­mıştır ya da hala tartışmaları devam etmektedir. En önemli nedenler; sağlıklı bir bağırsağa göre sindirilen gıdalar için daha yüksek geçirgenliğe sahip olan hastalıklı bir bağırsak (geçirgen bağırsak sendromu) veya zayıf bağışıklık (immün) sistemdir. Bağışıklık sistemi, bu yabancı maddelere, belirli bir IgG antikoru oluşumu ile yanıt verir. Ancak, IgG ve bağlı gıda bileşenlerinin oluşturduğu immün kompleksin büyük miktarlarda oluşması, mevcut durumdaki hastalık bulgularını ağırlaştırabilir.</p> <p>Bağırsak epitelinin geçirgenliğini etkileyen faktörler arasında; antibiyotikler, ilaçlar, kötü beslenme, alkol, parazitler, bakteriler, virüsler ve stres bulunmaktadır. Diğer bazı etken faktör­ler aşağıdadır;</p> <ul> <li>Gıda intoleranslarında genetik yatkınlık mevcuttur.</li> <li>Çocuklarda gıda intoleransları, anne sütü verilmemesi ya da sütten erken kesilmeden kaynaklanabilir.</li> <li>Sağlıksız beslenme alışkanlıkları kritik rol oynar. Hatta belirli beslenme alışkanlıkları gıda intoleranslarının gelişimini artırır. Gıda intoleranslarına neden olan pek çok faktör değiştirilebilir. Beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, sağlık durumunu iyileştirmek için önemli bir fırsat sağlar.</li> <li>Besinlerin endüstriyel olarak işlenmesi, içeriklerindeki çeşitli yasal katkı maddeler (gıda boyası, koruyucular, tatlandırıcılar) ve zararlı maddeler gıda intoleranslarını ilerletir ve belirli reaksiyonlara sebep olabilir. Bu tip gıdalar histaminik uyarı yapacak nitelikte besin intoleransı ortaya çıkarabilirler.</li> <li>Çevresel stres de gıda intoleransına neden olabilmektedir.</li> </ul> <h2><strong>Besin Alerjisi mi? Gıda İntoleransı mı? Arasındaki Fark Nedir?</strong></h2> <p>Tip I hipersensitivite (aşırı hassasiyet, reaksiyon) türünde klasik bir gıda alerjisidir, IgE sınıfı antikorların, gıda bileşenlerine karşı oluşturduğu immün reaksiyona dayanmaktadır. Alerjik reaksiyon hayati tehlike oluşturabilir ve genellikle sindirimden hemen sonra meydana gelir. Ancak bir gıda intoleransı durumunda, reaksiyon bir sürelik gecikmeden sonra meydana gelir. Genel olarak belirgin olmayan bulgular, hasara sebep olan gıda bileşeninin sindiriminden saatler veya günler sonra ortaya çıkar. Ancak, hayati tehlikesi yoktur.</p> <p> </p> <table width="0"> <tbody> <tr> <td width="130"> <p><strong> </strong></p> </td> <td width="105"> <p><strong>Eş anlamlı*</strong></p> </td> <td width="86"> <p><strong>İlgili antikor<br /> sınıfı</strong></p> </td> <td width="132"> <p><strong>Semptomların<br /> ortaya çıkması</strong></p> </td> </tr> <tr> <td width="130"> <p><strong>Gıda Alerjisi</strong></p> </td> <td width="105"> <p><strong>Tip I hiper-<br /> sensitivite /<br /> Tip II alerji</strong></p> </td> <td width="86"> <p><strong>IgE</strong></p> </td> <td width="132"> <p><strong>Aniden (örn.<br /> Deri kızarması<br /> / şişme</strong></p> </td> </tr> <tr> <td width="130"> <p><strong>Gıda Intoleransı</strong></p> </td> <td width="105"> <p><strong>Tip III Alerji</strong></p> </td> <td width="86"> <p><strong>IgG</strong></p> </td> <td width="132"> <p><strong>Gecikmeli<br /> (spesifik değil)</strong></p> </td> </tr> </tbody> </table> <p><br /> *Belirli gıdalara karşı Tip I hipersensitivite varsa (IgE antikoru şeklinde), bu gıdalardan tamamıyla kaçınılmalı veya yalnızca bir doktora danışılarak dikkatlice tüketilmelidir. Bu ürünler, IgE antikorların sorgulandığı alerji testlerinde ortaya çıkar. Gıda alerjisi ile gıda intoleransı bu noktada ayrılır. İntolerans testinde bu gıdalara karşı herhangi bir reaksiyon ortaya çıkmaması (IgG antikoru şeklinde) durumunda da aynı önlemler geçerlidir.</p> <h2><strong>Gıda intoleransı belirtileri nelerdir? </strong></h2> <p>Gıda intoleransı ve gıda alerjisinin bazı belirtileri benzerdir ancak ikisi arasındaki farklar çok önemlidir. Tolere edilemeyen bir yemeği bırakmak kişiyi mutsuz edebilir. Ancak, gerçek bir gıda alerjisi durumunda, vücudun bu besine tepkisi hayatı tehdit edici olabilir.</p> <p>Bir gıdaya verilen alerjik reaksiyon, bağışıklık sistemini içerir. Bağışıklık sistemi vücudun kendini nasıl koruduğunu kontrol eder. Örneğin, bir kişinin inek sütüne karşı alerjisi varsa, bağışıklık sistemi inek sütünü istilacı veya alerjen olarak tanımlar. Bağışıklık sistemi immunglobulin E (IgE) adı verilen antikorları üreterek aşırı tepki gösterir. Bu antikorlar, kimyasalları salgılayan ve alerjik reaksiyona neden olan hücrelere gider. Her bir IgE molekülü, her tip alerjen için spesifik bir “radar”a sahiptir.</p> <p>Yiyeceklere karşı intoleransın aksine, gıda alerjisinde o besinden mikroskobik bir miktar yemek, besine dokunmak veya teneffüs etmek ciddi veya hatta yaşamı tehdit eden bir reaksiyona neden olabilir.</p> <p>Besinlerdeki alerjik reaksiyonların belirtileri genellikle ciltte, kurdeşen, kaşınma, cildin şişmesi şeklinde görülür. Gastrointestinal semptomlar kusma ve ishali içerebilir. Solunum şikayetleri, deri ve gastrointestinal semptomlara eşlik edebilir, ancak genellikle tek başına gerçekleşmez.</p> <p>Anafilaksi, çok hızlı bir şekilde gerçekleşen ciddi bir alerjik reaksiyondur. Anafilaksi belirtileri nefes almada zorluk, baş dönmesi veya bilinç kaybı içerebilir.</p> <h2><strong>Gıda intoleransı tanısı nasıl konulur? </strong></h2> <p>Antikor durumunun test ile belirlenmesi, hastalığı geleneksel yöntemlerle açıklığa kavuşturulamayan ve tedavi edilemeyen, çeşitli şikayetlerden muzdarip hastalarda ilave bir önlemdir. Kronik yorgunluğa, sindirim sistemini tutan temel bulgulara, inek sütüne ve laktoz intoleransının görülmesine, beslenme ve diyet ile ilgili bitmeyen şikayetlere yanıt bulunabilmektedir.</p> <h2><strong>Gıda intoleransı testi nasıl yapılır?</strong></h2> <p>Test sonuçları, tek tek gıda bileşenlerine karşı artan IgG antikoru konsantrasyonları hakkında bilgi sağlar ve bu da, karşılık gelen bulgularla birlikte diyette bir değişiklik için başlangıç noktası teşkil edebilir. Bu değişiklikler sadece bu konuda uzman bir diyetisyen veya doktor ile görüştükten sonra gerçekleştirilmelidir.</p> <p>Gıda intolerans testi ile belirli antikorların yoğunluğunu belirlenir. Her bir test alanı test edilen besinden birine özel proteinleri içerir. Olası reaksiyon, alanların her birine kan serumu uygula­narak test edilir. Alandaki proteinlerin uygulanan kan tarafından tespit edilmesi halinde bir antijen-antikor kompleksi oluşturulur. Etkinliği kanıtlanmış ELISA yöntemi kullanılarak kompleksler renklendirilir ve dolayısıyla bilgi­sayar tarafından tespit edilebilir.</p> <h2><strong>Gıda intoleransı testi nasıl yorumlanır?</strong></h2> <p>Sonuçlar, ayrı bir sonuç raporunda derlenir. Burada, tüm test edilen gıdaların immün reaksiyon şiddetleri 5 farklı sınıfa ayrılır. Bu bilgiler ile birlikte, bir uzmana danıştıktan sonra bireysel bir diyet adaptasyonu uygulanabilir. Bu, genellikle kritik gıdaların ortadan kaldırılmasına ve ardından rotasyon diyetine dayanır.</p> <p>İntolerans şüphesi olan vakalarda, reaksiyon sınıfı 5 olan gıdalar, en az 6 aylığına diyetten çıkarılmalıdır. Reaksiyon sınıfı 4 olan gıdalar ise, 3-6 ay arasında diyetten çıkarılmalıdır. Bu süreçten sonra, bu gıdalar birbirlerinden ayrı şekilde bir günlüğüne tüketilebilir. Tükettikten sonra, 3 günlük perhiz (gözlem safhası) yapılarak, gıda ve bulgular arasındaki olası bağlantı tespit edilebilir.</p> <p>Test sonucu kişinin vücudunun ihtiyaçları ve iyileşme süreci hakkında daha da bilinçlenmesine yardımcı olmaktadır. Kişi artık kendi bedeni hakkında daha fazla bilgiye sahip olacağı­ için daha fazla seçeneğe sahip olur ve süreci etkileyebilir. Beslenme alışkanlıklarındaki değişim, dışarıdan bir kurum tarafından dayatılan bir kısıtlama değil bir fayda olarak görülmelidir. Kişi kendi kendine vücu­dunun ihtiyaçlarına göre hareket etme yönünde karar verebilir ve böylelikle sağlığını korumayı başarabilir.</p> <p>Test sonucu, kanda test edilen tüm besin maddelerini göstermektedir. İşaretlenmiş besinler, bağışıklık reaksiyonuna neden olan besinlerdir, yani kanda işaretli besin maddelerine karşı antikorlar bulunmuştur. Bu tür antikor­lar, kandaki "işgalcileri" kontrol etmek için üretilmekte­dir.</p> <p>Bağışıklık sistemi; gıda yeterince sindirilememişse ve yüksek geçirgenlik nedeniyle bağırsak duvarını geçip bağışıklık sistemi hücreleriyle temas kurmuşsa gıda bileşenlerini yabancı cisim olarak görür. Sindirilemeyen gıda parçacıklarının emilimi nedeniyle bağışıklık sistemine sürekli baskı uygulanması çok fazla enerji gerektirmektedir. Vücut, sindirilemez gıda parçacık­larına karşı antikorlar oluşturmakla ne kadar çok uğraşırsa o kadar yorulur. Bağışıklık sisteminin bu şekilde aşırı zorlanması, "gıda intoleransı" terimi ile ifade edilen özel olmayan patolojik belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.</p> <p><strong>Laboratuvar sonuçlarınız bazı gıdalara karşı intoleransınız var diyorsa;</strong></p> <p>Test sonuçları belli gıdalara karşı IgG antikor titre düzeylerinin yüksek olduğunu gösterebilir. IgG gıda intoleransının nedeninin, bağırsak geçirgenliğinin artmasıyla birlikte monoton diyet olduğu kabul edilir. IgG-pozitif gıdaların artmış sayısı, bağışıklık sisteminin normalde tanımadığı gıdalara yan etki ile cevap verdiğini göstermektedir.</p> <p>IgG pozitif gıda tüketilen her seferde, inflamatuvar bir reaksiyon ortaya çıkar ve bu tüm vücudu zayıf düşürür. O nedenle IgG antikor düzeyleri yüksek ve çok yüksek çıkan gıdalardan uzak durarak bağışıklık sistemini stabilize etmek büyük önem taşımaktadır.</p> <p>IgG-pozitif gıdaların artmış sayısı, bağırsak çeperinin fazlasıyla zedelenmiş olduğunu ve hiper-geçirgenlik ya da geçirgen bağırsak sendromu diye bilinen rahatsızlığa yakalanılmış olabileceğini gösterir. Ayrıca bağırsak florasında ve/veya bağırsak çeperinde bir bozukluk da olabilir. O nedenle, özel bir dışkı tahliliyle bağırsak florasının ve bağırsak çeperinin mevcut durumunun incelenmesi faydalı olabilir. Tecrübeler tek başına test sonucu pozitif gıdalardan uzak durmanın yeterli olmadığını, aynı zamanda rotasyon esaslı bir diyet değişikliğine de gerek olduğunu göstermektedir.</p> <p>İntestinal Floranın Analizi: IgG-aracılı gıda alerjilerini tetikleyen ya da şiddetlendiren genellikle bağırsak çeperindeki bozukluklardır. O nedenle çeşitli intestinal kontrollerle bağırsak florasının eski sağlığına kavuşturulması şarttır. Bu konuda, özel bir dışkı tahliliyle bağırsak florasının ve bağırsak çeperinin mevcut durumunun açığa çıkarılması faydalı olabilir.</p> <p>Gelecekte, bağışıklık reaksiyonuna neden olan besin maddelerinden kaçınılması gerekmektedir. Bu, bu besin madde­lerini bir daha asla tüketilmeyeceği anlamına gelmez. Bu besin maddelerinden 8-12 haftalık bir süre boyunca sürekli olarak kaçındıktan sonra bir kısmını eski semptom­lar ortaya çıkmaksızın diyet planına yeniden eklenebilmektedir. Kişi bu konuda mutlaka doktoruna veya beslenme uzmanına danışmalıdır.</p> <p><strong>Beslenme Alışkanlıklarının Düzenlenmesi</strong></p> <ul> <li>Düşük besin değerleri ve istenmeyen etkileri nedeniyle şeker, rafine un ve pudra şekeri ile diğer denatüre edilmiş besinlerden kaçınılmalıdır. Şeker, kan şekeri seviyesinde güçlü bir artışa neden olur ve pankreası önemli ölçüde yorar. Rafine şeker tüketimi bağırsaktaki ortamı (hiperasiditeyi) etkiler ve minerallerin (kalsiyum gibi) ve vitaminlerin (özellikle de vitamin B kompleksinin) kaybına neden olur.</li> <li>Kahve, siyah çay ve alkol özellikle sinir sisteminde istenmeyen rahatsızlıklara neden olabilir. Yemeklerle, fazla miktarda ve düzenli olarak tüketimleri zararlı olabilir. Kahve ya da siyah çayın düzenli tüketil­mesi, özellikle demir başta olmak üzere besinler­den alınan minerallerin emilimini azaltabilir. Bu içecekler uyarıcı olarak düşünül­melidir.</li> <li>Bir öğünde aşırı miktarda yiyecek tüketimi, özellikle çok geç saatlerde metabolik sistemi aşırı derecede zorlar. Mide yiyecekleri ince bağırsağa küçük porsiyonlar halinde aktarmaktadır. Çok fazla gıda tüketilmesi halinde bu gıdanın büyük bir kısmı midede çok uzun süre kalır ve bu da midede baskı hissine ya da mide mukozasında enfeksiyona neden olabilir. Akşam yemeği yalnızca hafif miktarlarda yenilmeli ve akşam 6'dan sonraya bırakılmamalıdır.</li> <li>Her lokma yaklaşık 30 defa çiğnenmelidir ve yarı sıvı besinler tükürükle iyice karıştırılmalıdır. Çiğneme, midede sindirim sıvılarının üretilmesini uyarır. Salya, yiyeceklerin sindirimin ağızda başlamasını sağlayan belirli enzimleri içerir. Yemek hızlı bir şekilde tüketilmemeli ve yerken sadece yemeğe odaklanılmalıdır. Gazete, televizyon, radyo ya da sosyal medyanın dikkat dağıtmasına izin verilmemelidir.</li> <li>Meyve, hayvansal proteinler veya tahılların kombi­nasyonu metabolizmaya etki ederek sıklıkla şişkinliğe ve karın ağrısına yol açmaktadır. Bu nedenle, şişkinlik ve gastrointestinal sistemin diğer reaksiyonlarını önlemek için, meyve her zaman ayrı tüketilmelidir.</li> <li>Gıda intoleranslarının nedenlerinden biri de dengesiz diyet programlarıdır. Örneğin, sabah müsli, öğle yemeğinde makar­na, öğleden sonra kek ve akşam peynirle ekmek yenirse, günde dört kez buğday tüketilmiş olur.</li> <li>Özellikle atopik hastalıklardan (nörodermit gibi) veya rotasyon diyeti denilen diyeti gerektiren gastrointestinal kanal hastalıklarında daha fazla duyarlılığın gelişmesini önlemek için, beslenme alışkanlıklarının değiş­tirilmesi yararlı olacaktır.</li> </ul>
ESD-Endoskopik Submukozal Diseksiyon Yöntemi
<p>Sindirim sistemindeki tümör ve polipler erken aşamada yüksek çözünürlüklü endoskoplar kullanılarak çok erken aşamalarda saptanabilmektedir.</p> <h2><strong>ESD nedir?</strong></h2> <p>Günümüzde polipler ve erken aşamada saptanan tümörler ameliyata gerek kalmaksızın endospik yöntemlerle alınabilmektedir. Endoskopik Submukozal Diseksiyon yöntemi (ESD), sindirim sistemindeki erken evre kanserlerin ve poliplerin ameliyatsız bir şekilde çıkarılmasında kullanılan bir yöntemdir.</p> <h2><strong>Hangi hastalıklarda uygulanmaktadır?</strong></h2> <p>Sindirim sistemi kanserleri Türkiye'de ve dünyada en sık görülen kanser türleri arasında yer almaktadır. Özellikle yemek borusu, mide ve bağırsaklarda görülmektedir. Sindirim sistemi kanserlerini erken evrelerde ileri endoskopik yöntemlerle tedavi edebilmek mümkündür. Yemek borusu, mide, ince bağırsak ve kalın bağırsakta ortaya çıkan, erken evre olarak adlandırılan yani belirli bir aşamayı geçmediği düşünülen lezyonlarda ESD yöntemi güvenle kullanılmaktadır. Erken dönemde kanserli ya da kanser öncülü lezyonlar bu işlemle alınabilmektedir</p> <h2><strong>Avantajları nelerdir?</strong></h2> <p>Herhangi bir ameliyattan farklı olarak vücutta bir kesi oluşturmadan yapılan bu işlemde hastalar çoğunlukla 1-2 gün içerisinde hastaneden taburcu edilmektedir. ESD yöntemi başarı oranı yüksek, komplikasyon oranının da düşük olması sayesinde, erken aşamadaki polip ve tümörlerin çıkarılmasında artık tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. İleri yaştaki bireyler, kalp, böbrek rahatsızlığı ya da farklı sistemik hastalıkları olanlarda endoskopi ile yapıldığı ve ameliyat gerektirmediği için de özellikle tercih edilmektedir.</p> <p>Yine bu yöntemlerle, derine inmemiş, erken evre yüzeyel kolon-mide-yemek borusu kanserleri de tedavi edilebilmektedir. Böylece cerrahi bir operasyonlara maruz kalmadan tedavi mümkün olabilmektedir. Erken evre yüzeyel kanserlerin derinliğini ölçebilmek için ise teknolojik ön incelemeler kullanılmaktadır. Optik boyama yapabilen özelleşmiş endoskoplar, özel boyamalar ile (Kromoendoskopi), büyütme özelliklerine sahip magnifiye endoskoplar ve endoskopik ultrasonun kullanıldığı inceleme yöntemleri ile kolonun iç yüzeyinin yanı sıra, kolon duvarları incelenerek tümöral yapının derinliği doğrudan ölçülebilmektedir.</p> <h2><strong>Nasıl uygulanmaktadır?</strong></h2> <p>ESD işlemi yüksek çözünürlüklü video kamera ve diğer cihazlarla donatılmış, endoskop ismi verilen cihazlarla yapılmaktadır. İşlem kalın bağırsak bölgesinde yapılacaksa kolonoskopi hazırlığında olduğu gibi hasta doktorun önereceği şekilde çeşitli ilaçlarla bağırsak temizliği yapmış olmalıdır. Mide, ince bağırsak ya da yemek borusu bölgesinde uygulama yapılacak ise en az 8 saatlik açlık yeterli olmaktadır. ESD endoskopi ünitesinde anestezi altında uygulanmaktadır.</p> <p>Ucunda yüksek çözünürlüklü kamera olan ince bir boru olarak adlandırabileceğimiz endoskopla ilgili bölgeye girilmektedir. Endoskopun kanalı içerisinden geçirilen özel endoskopik kesiciler ve özel kan durdurucu aletlerle lezyon tam bir parça olarak çıkartılır.</p> <h2><strong>Avantajları nelerdir?</strong></h2> <p>ESD erken evre sindirim sistemi kanserlerinin tedavisinde kullanılan ameliyatsız bir işlemdir. Endoskopik olarak uygulanmaktadır. Vücuda herhangi bir kesi yapılmamaktadır. Hastalar işlemden birkaç saat sonra yürümeye başlamakta, kendilerini işlem olmamışçasına iyi hissetmektedirler.</p> <p>Kanser hastalarında bu işlem sonrası kemoterapiye ihtiyaç bulunmamaktadır. Ancak lezyon çıkarıldığında çok derin kas dokusuna kadar tuttuğu ortaya çıkarsa cerrahi ve onkoloji uzmanları ile birlikte yeni bir değerlendirme yapılmaktadır.</p> <p>ESD’de lezyon kazıma işlemi ile çıkarıldığı için doğru evreleme yapılabilmektedir. Kanser eğer erken aşamadaysa tedavi edici bir işlemdir. Erken aşamada değilse de hastalığın evresinin ve izlenecek tedavi yolunun belirlenmesinde yardımcıdır.</p> <h2><strong>Sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>İşlem ne kadar sürer?</strong></p> <p>Polipin, lezyonun, erken evre tümörün nereye yerleştiğine, büyüklüğüne, endoskopik görüntüsüne bağlı olarak yarım saat ile birkaç saat arasında sürebilmektedir.</p> <p><strong>Hastanede yatış gerekir mi?</strong></p> <p>ESD sonrası hastanın genel durumunu takip edebilmek için 1 gece hastanede yatması gerekmektedir.</p> <p><strong>İşlem sonrası beslenme düzeninde nelere dikkat edilmelidir?</strong></p> <p>Hastalara ilk olarak sıvı ve yumuşak gıdalarla beslenmesi önerilmektedir. Yağlı, baharatlı yiyecekler yerine yoğurt, çorba, muhallebi, komposto, sebze yemekleri gibi daha çok sıvı yumuşak yemekler tüketilmelidir.</p> <p><strong>Polipler mutlaka alınmalı mı?</strong></p> <p>Polip anormal doku büyümesidir. Sindirim sisteminde büyüdüğü zaman bunun özellikle belli tipleri sindirim sistemi kanserlerine sebep olmaktadır. Midede bu süreç biraz daha hızlı gerçekleşmektedir. Kalın bağırsakta polipten tümör olma aşamasına geçene kadar 5-6 yıllık bir ortalama süreç gözlemlenebilmektedir. Ancak risk oluşturabileceği için polipler mutlaka alınmalıdır.</p> <p><strong>Polip oluşumu için risk faktörleri nelerdir?</strong></p> <p>Polip oluşumunda ailesel faktörler oldukça etkilidir. 1. ya da 2. derece yakınlarında polip öyküsü olan kişiler bu konuda dikkatli olmalıdır. Sigara ve alkol kullanımı, obezite, fast food tüketimi, yağlı karbonhidratlı yiyecekler aşırı miktarda tüketilmesi gibi polip gelişmesi yanlış beslenme alışkanlıkları polip oluşumu için risk faktörleridir.</p> <p><strong>Kalın bağırsakta görülen poliplerden nasıl korunulur?</strong></p> <p>Kalın bağırsak kanserleri hiçbir belirti vermeyebilir. Hiç belirti vermeden karaciğerde dağılmış bir şekle gelene kadar ilerleyebilir. Bu nedenle hiçbir şikayeti olmasa da 45 yaşından sonra mutlaka tarama programlarına girilmesi önerilmektedir. Gaitada gizli kan testi, fit adı verilen “fekal immünokimyasal <em>test”</em> bağırsakta polip olup olmadığına işaret etmesi açısından önem taşımaktadır. Ancak en duyarlı yöntem endoskopik incelemelerdir.</p> <p><strong>Kalın bağırsakta polip olduğu anlaşılabilir mi?</strong></p> <p>Kalın bağırsakta kanama, bağırsak alışkanlıklarında değişiklikler kabız ya da ishal görülebilir. Dışkıda incelme olmaya başlayabilir. Karın ağrısı, bazen karında şişlik gaz gibi şikayetler olmaya başlayabilir. 45 yaş altındakilerde de bu tablolar önemsenmelidir.</p> <p><strong>Mide kanseri ve lezyonları belirti verir mi?</strong></p> <p>Mide kanserlerinde veya erken evreleri lezyonlarda bulantı, kusma görülebilir. Tümör midenin üst kısmına yerleştiyse yutma güçlüğü, ağızdan kan gelmesi, dışkıdan kan gelmesi ya da dışkının siyah olması da belirtiler arasındadır. İlaç tedavisine yanıt vermeyen karın ağrıları da dikkate alınmalıdır.</p> <p><strong>Mide kanseri ve poliplerinde ESD uygulanabilir mi?</strong></p> <p>ESD işleminin sindirim sisteminde uygulanması için tümörlerin erken aşama saptanması ilk koşuldur. Erken aşamada saptanan mide kanserlerinde de ESD yöntemi uygulanmaktadır.</p>
EMR-Endoskopik Mukozal Rezeksiyon Yöntemi
<p>EMR sayesinde erken aşamadaki lezyonlara müdahale edilebilmektedir.</p> <h2><strong>EMR nedir?</strong></h2> <p>Endoskopik Mukozal Rezeksiyon (EMR) adı verilen yöntem sindirim sisteminde erken aşamadaki poliplerin net bir şekilde çıkarılmasını sağlamaktadır. Sindirim sistemi polipleri saplı ve sapsız polipler olarak adlandırılmaktadır. Saplı polipler kesilerek standart polipektomi adı verilen uygulama ile çıkartılabilmektedir. Sapsız polipler ise EMR ile kabartma olarak tabir edilebilecek şekilde elevasyon yapılarak alınabilmektedir. EMR sayesinde erken aşamadaki lezyonlara müdahale edilebilmektedir.</p> <h2><strong>Hangi hastalıklarda kullanılmaktadır?</strong></h2> <ul> <li>Yemek borusundaki polip ve erken evre kanserler</li> <li>Barret özofagus</li> <li>Midedeki polip ya da erken evre kanserlerde</li> <li>İnce bağırsaktaki polipler</li> <li>Kalın bağırsaklardaki polipler ve erken evre kanserler</li> </ul> <h2><strong>Avantajları nelerdir?</strong></h2> <p>Sindirim sistemindeki polipler büyüdükçe kansere yol açma riski de artmaktadır. Erken aşamadaki lezyonlar kansere dönüşmeden pratik bir şekilde alınmaktadır. Bu sayede başka bir işleme gerek kalmamaktadır. Standart yöntemlerle polip kesilip çıkartıldığında o bölgede nüks olabilmektedir. Fakat EMR yöntemiyle özellikle de 1cm’in üzerinde ki poliplerin tamamını çıkarıldığı için hem patoloji için yeterli doku sağlanmakta, hem tamamı alındığı için yeniden bir nüks olma ihtimali ortadan kalkmaktadır.</p> <h2><strong>Nasıl uygulanmaktadır?</strong></h2> <p>Bu polipler endoskopi veya kolonoskopi işlemi esnasında tespit edilmektedir. Buna yönelik olarak endoskopik ve kolonoskopik sınıflandırmalarını yapılmaktadır. Bunun ardından poliplerin hangi yöntemle çıkarılacağına karar verilmektedir. Süresi lezyonun büyüklüğüne ve polipe göre değişmektedir. Küçük yani 1-2 cm’lik poliplerde hemen 1-2 dk içerisinde uygulanmaktadır. Zaten endoskopi ve kolonoskopi sırasında tespit edilen polipler belli özelliklere uyuyorsa hasta hiç uyandırılmadan işlem tamamlanmaktadır.</p> <p>Kişi normal endoskopi ve kolonoskopi işlemi yaptıracak şekilde hazırlanır. İşlem kalın bağırsak bölgesinde yapılacaksa poliplerin rahatça görülmesi için 1 gün öncesinden doktorun önerdiği şekilde kolonoskopide olduğu gibi bağırsak temizliği yapılmalıdır. Yemek borusu, mide ya da ince bağırsakta bir işlem yapılacaksa kişinin 8 saatlik açlıkla gelmesi yeterli olmaktadır. Hastanın kan sulandırıcı, diyabet ilaçları ya da kullandığı farklı medikal tedaviler varsa doktoruna bunları belirtmelidir. Bu sayede önceden planlama yapılmaktadır. EMR işlemi öncesi hasta uygun dozda anestezi ile uyutulmaktadır.</p> <p>EMR endoskopi ünitesinde; video kamera ve diğer cihazlarla donatılmış, ince uzun bir borudan oluşan mekanizma ile yapılmaktadır. Yemek borusundaki, midedeki ya da ince bağırsağın üst kısmındaki alan için endoskop ile ağız bölgesinden girilmektedir. Kolondaki lezyonlar için ise tüp anüsten geçirilmektedir. Polip değerlendirildikten sonra hangi yöntemle çıkarılacağına karar verilmektedir. O bölgede kazıma işlemi yapılarak üstteki doku çıkartılmaktadır. Dokunun altına bir sıvı enjekte etmek için endoskoptan bir iğne geçirilir, polipin altına bir enjeksiyon yapılarak, kabartma işlemi yapılır. Bu uygulama kanserli dokunun diğer katmanlardan ayrılmasına yardımcı olur. Daha sonra sınırları belirlenerek alınmaktadır. Cihazın en önemli özelliği yüksek çözünürlüğe sahip olmasıdır. Bir de ışık dalga boylarını değiştirerek görünmeyen polipler de görünür hale getirmektedir. Dolayısıyla polipin saptanma oranı da artmaktadır.</p> <h2><strong>Sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>EMR güvenli bir işlem midir? Yan etkisi var mıdır?</strong></p> <p>Bu işlem son derece güvenlidir. EMR işlemine bağlı olarak nadiren bölgede kanama ve yırtılma gelişebilir ancak uygulamanın bu konuda tecrübeli doktorlar tarafından uygun merkezlerde yapılması çok önemlidir.</p> <p><strong>Hasta ne zaman taburcu olmaktadır?</strong></p> <p>EMR yöntemi poliklinik ortamında yapılmakta ve hasta aynı gün taburcu edilmektedir.</p> <p><strong>Sindirim sisteminde polipler daha büyükse ne yapılmaktadır?</strong></p> <p>ESD (Endoskopik submukozal diseksiyon ) yöntemiyle bu lezyonlar alınabilmekte, hasta erken evrede bu rahatsızlıktan kurtulabilmektedir.</p>
Tedavi Yöntemleri
Endoskopik Sleeve Gastroplasti
<p>Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de her geçen gün artan obezite oranları alarm vermektedir. Obezite, yaşam kalitesini önemli oranda etkilemesinin yanı sıra, birçok ciddi hastalık riskini de beraberinde getirmektedir. Bazı hastalar doğru diyet ve yaşam tarzı değişiklikleriyle obeziteden kurtulabilirken, bazı hasta grupları için bu mümkün olmamaktadır. Bu konuda son dönemlerde dünyada obezite tedavisinde ameliyatsız yöntemler hasta konforu ve yüksek başarı oranları ile ön plana çıkmaktadır. Özellikle Türkiye’de sadece Memorial Bahçelievler Hastanesi İleri Endoskopi Merkezi’nde uygulanan “laparoskopik sleeve gastroplasti” yani klasik tüp mide ameliyatından farklı olarak midenin belli bir bölümünün endoskopik olarak, kesisiz bir şekilde küçültüldüğü yöntem hasta konforu ve başarılı sonuçları sayesinde sıkça tercih edilmektedir.</p> <h2><strong>Endoskopik sleeve gastroplasti nedir?</strong></h2> <p>Endoskopik sleeve gastroplasti, endoskopik olarak yani ağızdan girilerek, kesisiz bir şekilde midenin küçültülmesi işlemidir. Hasta işlem sonrası sağlıklı bir şekilde kilo verme sürecine girer ve kalıcı sonuçlara kısa zamanda ulaşılabilir. Birinci yılın sonunda ortalama kilo kaybı % 17-20 oranında gerçekleşir. Bu sayede hem estetik görünüm açısından istenilen forma ulaşılmakta hem de obezitenin neden olduğu pek çok ciddi hastalık önlenmektedir.</p> <h2><strong>Endoskopik sleeve gastroplasti hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>Beden kitle indeksi 35’in üzerinde olan ya da diyabet, hipertansiyon gibi ek hastalığı olup beden kitle endeksi 30’un üzerinde olan hastalarda, diyet ve yaşam tarzı değişiklikleriyle kilo veremeyen obezite hastalarında uygulanabilir. Hastaların tıpkı laparoskopik yöntemde olduğu gibi diyetisyen desteğiyle kilo vermeyi denemiş, fayda sağlamamış olması gerekir. Ayrıca işlem öncesi hasta mutlaka psikiyatri, endokrinoloji, iç hastalıkları branş doktorları ile birlikte multidisipliner olarak değerlendirilir. Tüm tetkikleri ve anestezi görüşmesi yapılır. Uygulamaya engel herhangi bir hastalık ve herhangi bir psikolojik sorun bulunmuyor ise işlem gerçekleştirilir. Mide ile ilgili rahatsızlığı olan hastaların öncelikle tedavisi gerçekleştirilir. Ardından endoskopik sleeve gastroplasti işlemi yapılır. Ancak tümör varlığında bu yöntem uygulanmaz.</p> <h2><strong>Endoskopik sleeve gastroplasti avantajları nelerdir?</strong></h2> <ul> <li>Laparoskopik yöntem ve endoskopik yöntemler arasındaki kilo verme oranları birbirine oldukça yakındır.</li> <li>Ameliyatsız ve kesisiz bir yöntemdir.</li> <li>1 gün hastane yatış ya da aynı gün taburculuk yeterli olmaktadır.</li> <li>Herhangi bir kesi olmadığı için komplikasyon riski çok düşüktür.</li> <li>Hastalar sağlıklı bir beslenme düzenine işlemden 1 gün sonra başlayabilir.</li> <li>İşlemden birkaç gün sonra hastalar iş ve sosyal yaşamına dönebilir. Hatta spor da yapabilir.</li> <li>Yara olmadığı için iyileşme süreci kısadır.</li> <li>Kesme işlemi yapılmadığı için herhangi bir kaçak olma riski yoktur.</li> <li>İşlem sonrası ağrı ve acı minimal düzeyde olur. Çok nadir kanama riski olabilir.</li> <li>Sadece obezite hastaları için değil aynı zamanda obezite cerrahisi olmuş ve tekrar kilo alan ve revizyon gerektiren hastalar için de uygundur.</li> </ul> <p>Endoskopik sleeve gastroplasti işlemi Türkiye’de sadece Memorial Bahçelievler Hastanesi İleri Endoskopi Merkezi’nde yapılmaktadır.</p> <h2><strong>Endoskopik sleeve gastroplasti nasıl yapılır?/Uygulanır?</strong></h2> <p>Laparoskopik yöntem, karın bölgesinde açılan birkaç delikten girilerek midenin bir kısmının kesilerek çıkartılmasıdır. Bu sayede mide küçültülür. Endoskopik yöntemde ise ağız içerisinden girilerek mide içerisi özel endoskopik dikişlerle küçültülmektedir. Dolayısıyla yine tüp mide yapılır ancak farkı kesilerek parça çıkarılmaz, dikişlerle mide küçültülür. Özel bir endoskopik cihazın uç kısmına takılan özel bir dikiş aparatı ile midenin içerisine dikiş atılabilmesi sağlanmaktadır. Bu dikişler sayesinde midenin bir kısmı küçültülür.</p> <h2><strong>Sıkça sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>İşlem öncesi hazırlık süreci var mıdır?</strong></p> <p>İşlem öncesi hazırlık sürecinde hastanın sadece tıpkı anesteziye gelir gibi aç gelmesi yeterlidir.</p> <p><strong>İşlem sonrası beslenme düzeni ne zaman oturur?</strong></p> <p>İşlem sonrası beslenme düzeni obezite tedavisi hastaları için diyetisyenin önerdiği şekilde gerçekleşir. İlk iki hafta sulu ve sıvı gıdalarla beslenme düzenleri ayarlanır. Daha sonra diyetisyen ve doktorunuzun kontrolü ile yumuşak gıdalara geçilebilir.</p> <p><strong>İşlemden sonra kilo verme süreci ne zaman başlar?</strong></p> <p>İşlemden hemen sonra kilo verme süreci başlamaktadır. İlk 3 ayda gerçekleşen hızlı kilo verme sürecinden sonra kilo verme birinci yılda başlangıçtaki vücut ağırlıklarının ortalama %17-20’ sine ulaşır.</p> <p><strong>Daha önce cerrahi yöntemle mide küçültmüş ancak tekrar kilo almış kişilerde de uygulanabilir mi?</strong></p> <p>Cerrahi yöntemle midesi küçültülüp tekrar kilo almış kişilerde yeniden açık cerrahi yapılması oldukça zordur. Bu nedenle obezite cerrahisi sonrası kilo alan kişiler için endoskopik yöntem oldukça uygun bir yöntemdir. Bununla birlikte endoskopik yöntemden sonra cerrahi yöntem istenirse gerçekleştirilebilir.</p> <p><strong>Kimler endoskopik sleeve gastroplasti yaptıramaz?</strong></p> <p>Kesin bir engel olmamakla birlikte, vücut kitle indeksi 40-45 gibi çok yüksek değerlerde olan morbid obezite hastalarında kişiye özel cerrahi tekniklerin değerlendirilmesi gerekir.</p>
Meme Büyütme Ameliyatı
<p>Meme estetiği, memenin formunun olduğu halden daha hoş gözüken bir noktaya taşımak olarak özetlenebilir. Müdahale edilecek problem memenin küçüklüğü, sarkıklığı, büyüklüğü, gelişimsel şekil bozuklukları ve hatta gömülmüş bir meme başı gibi oldukça geniş bir yelpazede ortaya çıkabilmektedir. Meme büyütme ameliyatları meme estetiği konusunda en çok yapılan ameliyatlar arasında yer almaktadır. “Meme büyütme ameliyatı hangi durumlarda yapılır?” , “Meme büyütme ameliyatı nasıl yapılır?” , “Yağ enjeksiyonu İle meme büyütme yapılır mı?” , “Silikon meme protez tipleri nelerdir?” , “Meme büyütme ameliyatında kullanılan silikonlar güvenli midir?” , “Silikon meme fiyatları, silikon ameliyatı olanların dikkat etmesi gerekenler, Meme Büyütme Ameliyatında İz Kalır mı? gibi sorular meme büyütme ameliyatlarında merak edilen konuların başında gelmektedir.</p> <p>[doctor-box]1507[/doctor-box]</p> <h2><strong>Meme Büyütme Nedir?</strong></h2> <p>Meme büyütme, mevcut meme hacminin meme dokusu altına protez yerleştirilerek olduğundan büyük hale getirilmesidir. Meme büyütme işlemi sırasında eş zamanlı olarak eğer var ise sarkıklık ve gevşekliğe karşı da meme dokusunun toparlanması yapılmalıdır.</p> <h2><strong>Meme Büyütme Ameliyatı Hangi Durumlarda Yapılır?</strong></h2> <p>Meme büyütme ameliyatı en sıklıkla meme ebatlarından memnun olmayan kadınlarda meme ebatını büyütmek için yapılır. Bunun dışında meme büyütme ameliyatı farklı nedenlere bağlı olarak yapılabilir.</p> <ul> <li>Emzirme ya da ciddi kilo verme sonrası sarkan ve hacmini yitiren memelerin toparlanmasını desteklemek meme büyütme ameliyatı yapılabilir.</li> <li>Göğüs duvarı anomalisi nedeniyle meme yapısı gelişmeyen kadınlara meme hacmi sağlamak için meme büyütme ameliyatı yapılabilir.</li> <li>Bu durumlara ek olarak cinsiyet değişimi sürecinde meme oluşturmak için de protezle meme büyütme ameliyatları gerçekleştirilebilir.</li> </ul> <h2><strong>Meme Büyütme Ameliyatı Hakkında Sık Sorulan Sorular</strong></h2> <p><strong>Meme Büyüklüğüne Nasıl Karar Verilir?</strong></p> <p>Meme büyüklüğü hasta ve doktor arasında fikir alışverişinde bulunarak ortak karar verilmesi gereken bir durumdur.</p> <p>Meme büyüklüğüne karar verirken ilk aşamada dikkat edilmesi gereken konular vardır.</p> <ul> <li>Göğüs duvarı özellikleri</li> <li>Meme tabanı ebatları</li> <li>Memenin göğüs duvarındaki yerleşimi</li> <li>Meme dokusunun kalınlığı</li> <li>Memeler arasındaki asimetri gibi seçimleri kısıtlayabilecek faktörler ölçümler yapılarak ortaya koyulur.</li> </ul> <p>Yüzlerce değişik ebatlara sahip protez bulunmaktadır. Hastanın ameliyat isteğindeki motivasyonu karar mekanizmasında ve seçilecek protezin şekli ile ebatları konusunda en önemli faktördür.</p> <p>Hastanın ne kadar değişim istediği ve değişimin ne oranda fark edilir olacağı mutlaka detaylıca konuşulmalıdır. Bazı hastalar sadece partnerlerinin fark edebileceği bir değişim isteğindeyken bazı hastalar ise sosyal yaşantısında fark edilebilecek bir değişiklik isteyebilir. Burada önemli nokta gerçekçi ve estetik açıdan uygun sınırları belirlemek ve bu sınırlar içerisinde hastanın istediği değişimi sağlayabilmektir.</p> <p><strong>Meme Büyütme Ameliyatı Nasıl Yapılır?</strong></p> <p>Meme büyütme ameliyatı basitçe 4 aşamadan oluşmaktadır.</p> <ul> <li>Meme büyütme ameliyatının ilk aşaması meme protezinin koyulacağı kesiyi seçmektir.</li> <li>Belirlenen kesi kullanılarak meme protezinin koyulacağı cerrahi cep oluşturulur.</li> <li>Hazırlanan cebe en uygun olacak protezi elimizdeki protez benzeri yalancı protezlerle (sizer, ölçümleyici) seçilmelidir.</li> <li>Meme büyütme ameliyatının son aşamasında ise meme protezi cerrahi yöntemle hazırlanan cebe yerleştirilir.</li> </ul> <p>Ameliyat öncesinde tek bir ebat yerine belli bir aralıkta protezler belirlenir ve o protezlerin kopyası yalancı protezler oluşturulan cebe yerleştirilerek estetik olarak en iyi gözüken seçilir. Son aşama olarak da aynı ebattaki gerçek protez yerleştirilir.</p> <p><strong>Meme Büyütme Ameliyatı Kaç Saat Sürer?</strong></p> <p>Rutin geçen bir meme büyütme ameliyatı yaklaşık olarak 1,5-2 saat sürmektedir.</p> <p><strong>Yağ enjeksiyonu İle Meme Büyütme Yapılır mı? Hangi yöntemler uygulanır?</strong></p> <p>Estetik amaçlı meme büyütmelerde yağ enjeksiyonunu tercih edilmemektedir. Meme büyütmek için yağ enjeksiyonunun tercih edilmemesinin birkaç ana nedeni bulunmaktadır.</p> <ul> <li>Meme büyütme isteyen hasta grubunda genç kadınlar yoğunluktadır. Bunların memelerine yapılan yağ enjeksiyonu meme kanseri ile karışabilecek radyolojik ve klinik bulgulara yol açabilmektedir. Aynı zamanda yağ enjeksiyonu kök hücre de içerdiği için meme gibi kanserin sıklıkla göründüğü bir dokuda henüz tespit edilmemiş bir kanser odağını tetikleyebilir.</li> <li>Estetik olarak da büyük hacimlerde yapılması gereken yağ enjeksiyonları için alıcı sahaların da yeterli olması gerekir. Bundan kastedilen normal kiloda bir kadından her iki memeyi anlamlı olarak büyütecek kadar yağ alınması mümkün olmayabilir.</li> <li>Son olarak yağ enjeksiyonu hacminin yüzde 40-50sini kaybedeceği için proteze göre daha kontrolsüz bir sonuç verecektir.</li> </ul> <p>Memeye yağ enjeksiyonunu daha çok meme kanseri sonrası memesini kaybedilen hastalara yapılan meme onarımlarını güçlendirmek için kullanılmaktadır.</p> <p><strong>Silikon Meme Protez Tipleri Nelerdir?</strong></p> <p>Değişik markalarda çok sayıda çeşit protez bulunmaktadır. En sık kullanılan protezler genel olarak;</p> <ul> <li>Şekillerine (Yuvarlak ve damla-anatomik)</li> <li>Yüzey özelliklerine göre ayrılır.</li> </ul> <p>Bu ayrım yapıldıktan sonra protezin göğüs duvarına denk gelen tabanının ebatı ve sağladığı yüksekliğe göre protezler ayrılmaktadır.</p> <p><strong>Meme Büyütme Ameliyatında Kullanılan Silikonlar Güvenli midir?</strong></p> <p>Meme protezleri yani silikonların er biri dayanıklılık ve vücuda etkisine dair onlarca testten geçtikten sonra kullanıma sunulur. Meme protezlerinin (silikon) vücuda her hangi bir zararları bulunmamaktadır. Protezin oluşturduğu kapsüle bağlı çok nadir gözlenen bir hastalık olan ACL son yıllarda ismini duyurmaktadır. Ancak meme büyütme ameliyatlarında kullanılan silikonlardan kaynaklı bu rahatsızlık 1 milyonda 1’den az yani çok ama çok nadir görülmektedir.</p> <p><strong>Silikon Protezlerin Ömrü Ne Kadardır?</strong></p> <p>Meme büyütme ameliyatlarında kullanılan silikonlar ömür boyu kullanılacak şekilde tasarlanarak üretilir. Bununla birlikte 10 seneden sonra protezin silikon dış yüzeyinden kaynaklanacak sızıntılara karşı yıllık olarak tetkik edilmeleri önerilir.</p> <p><strong>Silikon Protez Alerji Yapabilir mi?</strong></p> <p>Vücuda yerleştirilen yabancı cisimler altın, titanyum, silikon gibi vücudun alerjik reaksiyon vermesinin beklenmediği maddelerden üretilir. Olağan durum ise yabancı cisim reaksiyonu denilen süreçtir. Vücuda yerleştirilen her madde vücudun ürettiği bir tür örtü ile örtülür. Buna protezde kapsül denilmektedir.</p> <p><strong>Silikon Protezler Patlar mı?</strong></p> <p>Silikon protezler patlamaz ancak hacim kaybedebilirler. Meme büyütmede kullanılan silikon protezlerin hacim kaybetmesi hızlı ve ani değil uzun bir döneme yayılarak olur. Dolayısıyla patlama gibi ani bir durum söz konusu değildir. Üretim aşamasındaki tüm testlere rağmen silikon protezde bir üretim hatası olabilir ve çok nadir (100.000’de 1) şekilde dış kapsülünden sızıntı nedeniyle iç silikon içeriği azalabilir. Bu da hacim azalması şeklinde şikayete sebep olur. Bu durumda silikon protezin çıkartılıp yenisi ile değiştirilmesi gerekmektedir. Protez üreticileri bu gibi durumlara karşı 10 yıl boyunca garanti sağlamaktadır.</p> <p><strong>Silikon Koyulmuş Memelerde His Kaybı Olur mu?</strong></p> <p>Meme büyütme ameliyatında silikon koyulmuş memelerde, meme başında ya da memenin herhangi bir yerinde his kaybı olmamaktadır.</p> <p><strong>Meme Büyütme Ameliyatında İz Kalır mı?</strong></p> <p>Her hangi bir kesi içeren her ameliyatta iz kalır. Meme büyütme ameliyatında amaç başarılı bir operasyonla birlikte ameliyat izinin belli olmayacağı, dikkat çekmeyeceği ya da gizlenebileceği yerlere yerleştirmektir.</p> <p>Meme büyütme ameliyatında kullanılacak protezi yerleştirmek için meme altı bölgeye çeşitli yerlerden kesi yapılarak yol oluşturulabilir. Bu kesinin nasıl olacağı;</p> <ul> <li>Hastanın meme yapısına</li> <li>Cerrahın tercihlerine</li> <li>Hastanın isteğine göre şekillenir.</li> </ul> <p>Genellikle meme altı kıvrımındaki 4-5 cm’ lik bir keşiden, meme başının büyüklüğü koyulacak protez için yeterli olanlarda meme başından, koltuk altından ve hatta göbek deliğinden girilerek protez koyulabilir.</p>
Meme Küçültme Ameliyatı
<p>Meme estetiği, memenin formunun olduğu halden daha hoş gözüken bir noktaya taşımak olarak özetlenebilir. Müdahale edilecek problem memenin küçüklüğü, sarkıklığı, büyüklüğü, gelişimsel şekil bozuklukları ve hatta gömülmüş bir meme başı gibi oldukça geniş bir yelpazede ortaya çıkabilmektedir. Meme estetiğinde en çok yapılan ameliyatlardan biri olan meme küçültme ameliyatları sadece kadınlarda değil erkek hastalarda da uygulanmaktadır. “Meme küçültme ameliyatı nasıl yapılır?” , “Meme küçültme ameliyatı kimlere yapılır?” , “Meme küçültme ameliyatında iz kalır mı?” , “Meme küçültme ameliyatının fiyatı?” , “Erkekte meme küçültme ameliyatı”, “Meme küçültme ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir” gibi sorular meme küçültme ameliyatlarında merak edilen konuların başında gelmektedir.</p> <p>[doctor-box]1507[/doctor-box]</p> <h2><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Nedir?</strong></h2> <p>Meme küçültme ameliyatı, memeden ağırlık ve sarkıklık yapan cilt-meme bezi dokusunun çıkarılması ve geriye kalan memenin daha dik ve estetik olarak iyileştirilmiş durumda şekillendirilmesidir.</p> <h2><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Hangi Durumlarda Yapılır?</strong></h2> <p>Meme gelişimini tamamlamış, memesinde riskli kitle bulunmayan memesinin büyüklüğünden şikayetçi kadın hastalara yapılır. Kadınsı meme dokusu gelişimine sahip erkeklerde de meme küçültme ameliyatı yapılabilir. </p> <h2><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Hakkında Sık Sorulan Sorular</strong></h2> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatında İz Kalır mı?</strong></p> <p>Kesi içeren her ameliyatta olduğu gibi meme küçültme ameliyatı da izli bir ameliyattır. Meme küçültme ameliyatından sonra erken dönemde izler daha koyu ve belirgin olabilir. Meme küçültme ameliyatından sonra 6-12 ay içerisinde ameliyat izleri oldukça silik ve cilt rengine yakın bir hal alacaktır. Meme küçültme ameliyatının izi bazı hastalarda fark edilemeyecek kadar silikleşebilir.</p> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Nasıl Yapılır? Hangi Yöntemler Uygulanır?</strong></p> <p>Meme küçültme ameliyatı nasıl yapılır? sorusu merak edilen konuların başında gelmektedir. Meme küçültme ameliyatı yapılırken temel basamaklar sarkık olan meme başının daha yukarı bir noktaya taşınması, gerekiyorsa meme başının ufaltılması, fazla olan cilt-meme dokusunun çıkartılması ve kalan dokunun tekrar estetik olarak şekillendirilmesidir. Burada meme başının taşınma şekline ve doku çıkartma yöntemine göre izler değişiklik gösterir. En sık olan iz meme başının etrafında dairesel bir iz ve o izden başlayarak meme altı yeni kıvrımına inen dikey bir izdir. Eğer meme dokusu miktarı çok ise meme altı kıvrımı boyunca da iz olabilir. Ters bir T harfine benzetilebilir.</p> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Ne Kadar Sürer?</strong></p> <p>Memelerin büyüklüğüne ve uygulanan ameliyat tekniklerine bağlı olarak meme küçültme ameliyatı 2-3 saat civarında sürer.</p> <p><strong>Erkekte Meme Küçültme Ameliyatı Nasıl Yapılır?</strong></p> <p>Meme küçültme ameliyatı erkeklerde de yapılabilmektedir. Erkek hastalardaki kadınsı meme dokusu gelişimine Jinekomasti denmektedir. Jinekomasti ergenlik döneminde herkeste olurken ilerleyen yaşlarda yüzde 10-15 hastada gerilemeyerek kalıcı hal alır.</p> <ul> <li>Çeşitli ilaçlar</li> <li>Beslenme şekli</li> <li>Alışkanlıklar</li> <li>Hastalıklar nedeniyle erkeklerde meme büyüklüğü oluşabilir.</li> </ul> <p>Erkeklerde meme küçültme ameliyatına karar vermeden önce ilk olarak meme büyüklüğünün nedenin ortaya koyulması gerekir.</p> <p>Jinekomasti düzeltilmesi için karar verilirken ne kadar cilt ve ne kadar doku fazlalığı olduğu dikkate alınmalıdır. Yağsı doku liposuction yöntemi ile alınırken meme başı altında kalan sert doku meme başının koyu bölgesinde yapılan ufak ve iz bırakmayan bir kesi ile girilerek çıkartılır. Eğer ki memelerde cilt fazlalığı çok ileri ise kadınlarda meme küçültme işleminde yapıldığı gibi izli meme küçültme yapmak gerekebilir.</p> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Sonrası Nelere Dikkat Edilmelidir?</strong></p> <ul> <li>Meme küçültme ameliyatı sonrası gece takipler açısından hastanede geçirilir ve bir problem izlenmediği durumda ertesi sabah taburculuk verilir.</li> <li>Meme küçültme ameliyatı sonrası erken dönemde ağır egzersizden kaçınmak gerekir ama ağır bir yatak istirahati gereği yoktur.</li> <li>Yatış pozisyonu olarak ameliyat sonrası 4 hafta boyunca sırtüstü yatmalı ve özellikle yüzüstü yatmaktan erken dönemde kaçınmalıdır.</li> <li>Genelde ilk kontrole kadar ameliyat sırasında yapılan pansumanlar değiştirilmez.</li> <li>Kontrolde yara yerleri kontrol edildikten sonra bir engel yok ise hastanın duş almasına izin verilir.</li> <li>Meme küçültme ameliyatı sonrası uygulanan özel sütyen 6-8 hafta kullanılmalıdır.</li> </ul> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatının Riskleri Nelerdir?</strong></p> <p>Her bu ölçekte ameliyatta olduğu gibi meme küçültmenin de belli başlı riskleri vardır. Bunların hepsine karşı önlem alınsa da öngörülemeyen durumlar ortaya çıkabilir ancak hepsinin üstesinden gelmek için gerekli müdahaleler ameliyat ekibi tarafından gerçekleştirilecektir.</p> <p>İlk 24 saatteki en sık risk operasyon bölgesine olan kanamalardır. Bu durum yaklaşık olarak her 100 hastanın 1-2’sinde olabilir. Bu kanamanın miktarı takip edilir ve takipte eğer gerilemeyeceği ön görülürse aynı gece yapılan kısa bir operasyon ile boşaltım işlemi yapılır. Bu durum nihai estetik durumu etkilemez ancak ek bir anestezi altında operasyon anlamına gelir.</p> <p>Erken haftalarda en sık karşılaşılan komplikasyonlar yara yeri enfeksiyonları ve buna bağlı olabilecek dikiş yerlerinde iyileşme problemleridir. Bu durum özellikle dik izin yatay izle birleştiği, gerginliğin en fazla olduğu yerde daha sık görülür.</p> <p>Diyabet, sigara, yumuşak doku hastalıkları gibi koşullar bu komplikasyonun riskini yükselttiği için operasyon öncesi diyabetinizin ve yumuşak doku hastalığınızın kontrol altında olması, sigara tüketiminizin mümkünse kesilmesi gerekmektedir.</p> <p>Bu risk de her 100 kişi de 2-4 dolayındadır. Bu gibi durumlar hemen her zaman pansumanlar ile toparlarken çok nadir şartlarda lokal bir işlemle dikiş atılması gerekebilir.</p> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Sonrası Emzirilebilir mi?</strong></p> <p>Meme küçültme ameliyatı sırasında süt üreten bezler büyük oranda korunur ve emzirilebilir. Ancak bunun bir çıkarım olduğunun bir garanti olmadığının da bilgisi verilmelidir.</p> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Meme Kanserine Neden Olur mu?</strong></p> <p>Meme küçültme ameliyatı hiçbir şekilde kansere neden olmaz. Tam aksine doku uzaklaştırıldığı için kanser riskini düşürdüğü konusunda görüşler vardır ancak bilimsel yayınlarda ve geniş serilerde ortaya koyulmuş değildir. Nihai olarak kanser riskini arttırmadığını kesin olarak söylenebilir.</p> <p><strong>Meme Küçültme Ameliyatı Fiyatı Ne Kadardır?</strong></p> <p>Meme küçültme ameliyatı konusunda en merak edilen konuların başında “Meme küçültme ameliyatının fiyatı” gelmektedir. Yapılan işleme, ihtiyaç olan tedavi biçimine, hastanın sağlık durumdan dolayı hastanede alacağı müdahaleler meme küçültme ameliyatında belirleyici olmaktadır. Aynı zamanda hastanenin ve meme küçültme ameliyatını gerçekleştiren estetik cerrahın fiyat politikası da önemlidir. Memorial Ataşehir Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Bölümü İzmir, İstanbul, Bursa, Ankara. Konya, Trabzon gibi birçok şehirden hasta kabul etmektedir.</p>
Meme Dikleştirme Ameliyatı
<p>Meme estetiği, memenin formunun olduğu halden daha hoş gözüken bir noktaya taşımak olarak özetlenebilir. Müdahale edilecek problem memenin küçüklüğü, sarkıklığı, büyüklüğü, gelişimsel şekil bozuklukları ve hatta gömülmüş bir meme başı gibi oldukça geniş bir yelpazede ortaya çıkabilmektedir. Meme estetiğinde meme dikleştirme ameliyatı en sık yapılan ameliyatlar arasındadır. “Meme dikleştirme ameliyatı nedir?”, “Meme dikleştirme ameliyatı kimlere yapılır?”, “Meme dikleştirme ameliyatı nasıl yapılır?”, “Meme dikleştirme ameliyatı fiyatı ne kadardır?”, “Meme dikleştirmede ameliyatsız yöntemler var mıdır?”, “Meme dikleştirme ameliyatında iz kalır mı?” , “Meme dikleştirme ameliyatının riskleri var mıdır?” , “Meme dikleştirme ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir” gibi sorular meme dikleştirme konusunda merak edilen konuların başında gelmektedir.</p> <p>[doctor-box]1507[/doctor-box]</p> <h2><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Nedir?</strong></h2> <p>Meme küçültme ameliyatlarına prensip olarak benzeyen ameliyatlardır. Meme dikleştirme ameliyatlarında temel uğraş fazla, memede sarkıklık yapan cilt dokusudur. Ya özel çizimlerle bu fazla cilt ya da çok az miktarda doku çıkartılır. Sarkık olan meme başı ve meme dokusu, daha dik ve dolgun bir meme elde edilecek şekilde şekillendirilir.</p> <h2><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatına Hangi Durumlarda Karar Verilir?</strong></h2> <p>Meme başının meme altı kıvrımı hizasında ve aşağısında yer aldığı (sarkıklık-pitozis) ve meme dokusunun fazla olmadığı durumlarda meme dikleştirme uygulanır</p> <h2><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Hakkında Sık Sorulan Sorular</strong></h2> <p><strong>Meme Dikleştirme İçin Hangi Yöntemler Uygulanır? Ameliyatsız Yöntemler Var mıdır?</strong></p> <p>Meme dikleştirme için çeşitli kesiler içeren yöntemler uygulanabilir.</p> <ul> <li>Meme başı çevresi</li> <li>Meme başı çevresi-kıvrıma doğru dikine iz</li> <li>Meme başı çevresi-ters t iz</li> </ul> <p>Bu kesiler memenin mevcut durumuna ve hastanın ihtiyacına en iyi şekilde cevap verebilecek yönteme göre karar verilir. Anlamlı fayda sağlayan ameliyatsız bir yöntem yoktur.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Ne Kadar Sürer?</strong></p> <p>Meme dikleştirme ameliyatı 2 saat civarında bir süre alır</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatında İz Kalır mı?</strong></p> <p>Meme dikleştirme ameliyatlarıyla ilgili merak edilen konuların başında ameliyat sonrası iz kalıp kalmadığıdır. Her cerrahi girişimde olduğu gibi meme dikleştirme de iz kalır. İzler erken dönemde daha belirgin ve kırmızı iken zaman geçtikçe silikleşir ve zor fark edilebilir bir hal alır.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatında Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar Nelerdir?</strong></p> <p>Meme dikleştirme ameliyatı öncesinde sigara içimine mümkünse son verilmesi ya da azaltılması, bitkisel ürünlerin aşırı tüketiminden kaçınılması ve aktif bir yumuşak doku hastalığı varsa tedavisinin düzenlenmesi gerekmektedir.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatının Riskleri Nelerdir?</strong></p> <p>Her bu ölçekte ameliyatta olduğu gibi meme dikleştirmenin de belli başlı riskleri vardır. Bunların hepsine karşı önlem alınsa da öngörülemeyen durumlar ortaya çıkabilir ancak hepsinin üstesinden gelmek için gerekli müdahaleler ameliyat ekibi tarafından gerçekleştirilecektir.</p> <p>İlk 24 saatteki en sık risk operasyon bölgesine olan kanamalardır. Bu durum yaklaşık olarak her 100 hastanın 1-2’sinde olabilir. Bu kanamanın miktarı takip edilir ve takipte eğer gerilemeyeceği ön görülürse aynı gece yapılan kısa bir operasyon ile boşaltım işlemi yapılır. Bu durum nihai estetik durumu etkilemez ancak ek bir anestezi altında operasyon anlamına gelir.</p> <p>Erken haftalarda en sık karşılaşılan komplikasyonlar yara yeri enfeksiyonları ve buna bağlı olabilecek dikiş yerlerinde iyileşme problemleridir. Bu durum özellikle dik izin yatay izle birleştiği, gerginliğin en fazla olduğu yerde daha sık görülür.</p> <p>Diyabet, sigara, yumuşak doku hastalıkları gibi koşullar bu komplikasyonun riskini yükselttiği için operasyon öncesi diyabetinizin ve yumuşak doku hastalığınızın kontrol altında olması, sigara tüketiminizin mümkünse kesilmesi gerekmektedir.</p> <p>Bu risk de her 100 kişi de 2-4 dolayındadır. Bu gibi durumlar hemen her zaman pansumanlar ile toparlarken çok nadir şartlarda lokal bir işlemle dikiş atılması gerekebilir.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Meme Kanserine Neden Olur mu?</strong></p> <p>Meme dikleştirme ameliyatı kansere sebep olmaz.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Sonrası Emzirilebilir mi?</strong></p> <p>Meme dikleştirme ameliyatı sırasında süt üreten bezler büyük oranda korunur ve emzirilebilir. Ancak bunun bir çıkarım olduğunun bir garanti olmadığının da bilgisi verilmelidir.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Sonrası Nelere Dikkat Edilmelidir?</strong></p> <p>Ameliyat sonrası gece takipler açısından hastanede geçirilir ve bir problem izlenmediği durumda ertesi sabah taburculuk verilir. Ameliyat sonrası erken dönemde ağır egzersizden kaçınmak gerekir ama ağır bir yatak istirahati gereği yoktur. Yatış pozisyonu olarak ameliyat sonrası 4 hafta boyunca sırtüstü yatmalı ve özellikle yüzüstü yatmaktan erken dönemde kaçınmalıdır. Genelde ilk kontrole kadar ameliyat sırasında yapılan pansumanlar değiştirilmez. Kontrolde yara yerleri kontrol edildikten sonra bir engel yok ise hastanın duş almasına izin verilir. Ameliyat sonrası uygulanan özel sutyen 6-8 hafta kullanılmalıdır.</p> <p><strong>Meme Dikleştirme Ameliyatı Fiyatı Ne Kadardır?</strong></p> <p>Meme dikleştirme ameliyatı ile ilgili merak edilenlerin başında “Meme dikleştirme ameliyatı ne kadardır” sorusu gelmektedir. Yapılan işleme, ihtiyacınız olan tedavi biçimine, sağlık durumunuzdan dolayı hastanede alacağınız müdahaleler meme dikleştirme ameliyatının fiyatında değişikliklere neden olabilir. Aynı zamanda hastanenin ve meme dikleştirme ameliyatını gerçekleştiren estetik cerrahın fiyat politikası da önemlidir. Memorial Ataşehir Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Bölümü İzmir, İstanbul, Bursa, Ankara. Konya, Trabzon gibi birçok şehirden hasta kabul etmektedir.</p>